30 Aralık 2005 Cuma

veda yada elveda...


çok sevgili 2005,
biraz buruğum biliyor musun?
gidiyorsun diye.
öyle işte !
seni sevmiş, alışmıştık,
ama gideceksin,
bilmez miyim,
kural böyle.
tıpkı senden öncekiler gibi.
bak, aklıma gelmişken söyleyeyim,
arkandan çalınıp söylenecek, yenilip içilecek,
havai fişekler falan,
kutlama var, ona göre.
sakın gücenme !
yeni gelene de hoş geldin adettendir.
sen gidiyorsun diye değil tabii.
unutmadan;
teşekkürler bize yaşattığın her güzel şey için,
öncelikle sağlık için,
sonra huzur için,
sonra kedi hanımım için,
yine tom sawyer için,
üstü cevizli ekmek kadayıfım için, belki bunu en başa yazmalıydım.
unuttuğum şeyler de vardır mutlaka sana teşekkür için.
kusuruma bakma,
seni hep yad edeceğim,
gözün arkada kalmasın,
selam söyle eskilere,
özellikle de 2001'e.
unutma bizi,
güle güle.

25 Aralık 2005 Pazar

hafızamı seveyim...

rahmetli Sevgi GÖNÜL'ün Hürriyet gazetesinde yayınlanmış olan yazısını noktasına virgülüne dokunmadan hürriyet yazarlar arşivinden aldım ;

Sevgi'nin Diviti 29 Aralık 2002

Bunlar benim yeni yıl hurafelerim,

sizin de bildiğiniz bir hurafe var mı?
Yeni seneye girer girmez evinizin kapısından dışarı, yakındaki sokağa çıkarsanız bütün sene seyahat edersiniz. Yalnız bu çok tutan bir hurafe; sokakta çok uzun kalırsanız eve giremeyecek kadar seyahat edersiniz. Dışarıda kalmanın dozunu kendinize göre ayarlayın.
Geçen sene 'Benim Yılbaşı Hurafelerim' başlığıyla yazdığım yazı o kadar ses getirmiş ki, bu sene üstüste aldığım maillerden anladığım kadarıyla okuyucularım bu yazının tekrarlanmasını istiyorlar. Bendeniz bugün aynı yazıyı her ne kadar tekrarlamayacaksam da içeriğini tekrarlayacak ve okuyucularımın isteklerini yerine getirmiş olacağım.Yeni yıla geçen sene New York'ta girmiştim, çok şükür bu sene İstanbul'dayım, evimdeyim, ailemle ve sevdiklerimle beraberim ve yeni yıla onlarla birlikte gireceğim. Bir kere bana uğur getireceğine inandığım ağacımı yaptım. Sıhhat problemleriyle uğraştığımdan çok yaratıcı olmamakla beraber evin içinde bir şıkırtı, bir parlaklık fena olmuyor. En azından benim içim açılıyor. YENİ SENEYE YENİ DONYeni seneye girerken donanabilmek için yeni bir don giyeceğim. Gece saat tam 12'ye beş kala yeni donumu giyerim ve yeni seneye ayağımda yeni donla girerim. Bu adetimi uzun zamandan beri uyguluyorum, oldukça faydasını gördüm ve hepinize tavsiye ederim. Başka bir arkadaşımdan öğrendim, şayet dışarıdaysanız evinizin bereketi için yeni senede evinize girer girmez mutlaka bir nar alın ve kapınızın eşiğinde narı kırın. Ama yeni yıla zaten evde giriyorsanız, o zaman saat 12'den hemen sonra narınızı kapınızda yere vurup patlatın. Ama dikkat edin, narları daha önceden bir naylon torbaya koyun ve torbanın içinde patlatın, zira nar patladığı zaman etrafa öyle bir dağılıyor ki, temizlemekle başa çıkamıyorsunuz.Gene dışarıdaysanız evinize girer girmez veya evde iseniz saat 12'yi geçer geçmez evdeki bütün ışıkları yakın ki, yeni seneniz parlak geçsin.Bütün muslukları açın ki, su gibi kolayca akıp geçecek bir sene olsun.Bunları denemiş bulunuyorum ve oldukça faydasını gördüm.Başka bir arkadaşımın tavsiyesi de şöyle: Yeni seneye girer girmez evinizin kapısından dışarı ve yakındaki sokağa çıkarsanız bütün sene seyahat edersiniz. Yalnız bu çok tutan bir hurafe olduğu için, sokakta çok uzun kalırsanız adeta eve giremeyecek kadar seyahat edersiniz. Dolayısıyla dışarıda kalmanın dozunu kendinize göre ayarlayın. Bu hurafeyi bana öğreten dostlarım maşallah hiç evde oturmazlar, hep seyahat ederler.Başka bir hurafe daha öğrendim: Yılbaşı geceleri yemek yenen evlerde muhakkak kuru börülce bulundurulması... Bu bir Amerikan hurafesidir ve fevkalade sıkı takip edilir. Eee ne yapacakınız, Amerika zengin olduğuna göre, herhalde vardır işe yarayan bir tarafı...SIHHAT İÇİN NE YAPMALIBütün bu hurafeler tamam ama, bilemediğim ve bilmek istediğim bir başka hurafe var: Yeni seneyi sıhhatli geçirmek için yılbaşı gecesi nasıl bir hareket yapılması gerektiği... Bunu bilenler şayet varsa lütfen bana maillesinler, zira şu sıralarda bu tip bir hurafeye çok ihtiyaç duyuyoruz.2002 senesi maddi ve manevi bakımdan zor bir sene oldu, hem benim için hem de ülkem için. Bütün arzum 2003'ün hem ülkemize hem de bendenize daha da faydalı gelmesi...Önümüzdeki yılın başlarında çıkabileceğinden hemen hemen emin bulunduğum yegáne olay, burnumuzun dibinde bir arbede yaşanacağı. İnşallah memleket bundan büyük zarar görmez ve savaşın üstesinden akıllı bir şekilde gelebiliriz. Keşke daha tatlı bir olayın yaşanabileceğinden emin olabilseydik.Sizleri daha fazla sıkmadan bütün okuyucularımın, gazetede çalışan bütün arkadaşlarımın, sevdiğim bütün dostlarımın yeni yılını kutlar, 2003'ün başarılı, sağlıklı, neşeli ve huzurlu geçmesini temenni ederim.

22 Aralık 2005 Perşembe

ege

kırıldı dedi,
içlerinden bir tanesi kırıldı,
hem de burnunun ucundan..
kırılan aslında kalbiydi ....
dile gelseydi,
gelebilseydi,
söyleyecekti.
olur dedim,
olmasa daha iyi olurdu ama.
olmuş bir kere.
oluyor işte.
sen kalbini korumaya al,
o lazım bize..
önce sana,
sonra bize
ve dee
e
g
e
y
e
.

...

Armada iş merkezinde,
"maskesiz insanlar" ı
misafir ettik,
ya da
biz onların,
misafiriydik.
buyrun buradan; ...

20 Aralık 2005 Salı

başlar & ayaklar


* zaten, başla ayaklar çok alakalıdır birbiriyle, bilirsin.
+ biliyorumdur da sen yine de söyle.
* akılsız baş ile cezayı çeken ayak gibi mesela, yada serin tutulması gereken baş ve sıcak tutulacak ayaklar gibi, ayak olan başlar ile baş olan ayaklar gibi, yeter mi ?, daha sayayım mı?
+ tamam. ayağını yorganına göre uzat var bir de, orada başın olaya dahli yok gibi.
* olmaz olur mu, vardır da hokkada mürekkep kalmamıştır, yazamamışlardır.
+ bak başın göğe erdi de ayaklar yok, mürekkep mi bitmiş yine?
* olur mu, irtifa yüksektir de ondan, ayaklar görünmüyordur artık.
+ balık baştan kokar için ne diyeceksin peki?
* balığın ayağı yok da ondan.

19 Aralık 2005 Pazartesi

neresi kara ! bembeyaz kış...


önümüzde belediyenin kar küreme aracı-tammamen tesadüf -arkada bizim aracımız eve salimen varabildik.
allahtan şoförümüz bıçkın, gözükara ve bu gün için en lazımlısından becerikliydi de yirmi dakikalık yolu 5o dakikada alarak eve ulaştık.
hala kar yağıyor ince ince,
manzara harika .
bir gece önceki deli borandan eser yok,
her yer beyaza kesti, sanki pamuk şekeri.
zincirsiz araçlar usul usul seyir halinde, yerlerine ulaşma çabasında.
etraf nasıl da sessiz, çıt yok dışarıda.
yarın sabah muhtemelen her yer buza çekmiş olacak.
arabayla dönmeye cesaret edemeyince park yerinde bıraktım.
sabah gidiş zor olacak.
işte bu halleri sevmiyorum; soğuğu, ıslağı, kalın giysiler içinde olmayı,mahsur kalmayı, patinaj yapmayı, düşmemek için ayağımda bot olduğu halde parmak ucunda yürümeye çalışmayı, burnumun ucunun havuç gibi kızarmasını, ellerimin eldiven içinde bile üşüyor olmasını.
mız mız da mız mız,
mız mız da mız mız.
ben yazın çocuğuyum, karın kışın bir günahı yok.
saat dokuz buçuk bile olmadı ama gözlerim ağırlaştı,
uykum geldi,
gidip yatayım,
bu akşam da böyle olsun.

03.33.03


uyuyamıyorum,
ki başımı yastığa koyar koymaz giderim.
sebebi belli, günboyu dinmeyen fırtına.
gözümüzü, fırtınayla karışık yağmurla, yer gökte - gök yerde bir sabaha açtık.
şu saate kadar aynı tempoda devam...
ne bitmez bir enerjiymiş bu,
ağaçlarda hal kalmadı; bir sağa bir sola yalpalamaktan,
baştan ayağa titremekten.
kalktım, bir battaniye alıp salona geçtim,
kanepeye kıvrıldım, gözümü kapadım,
nafile.
bu gece bana uyku yok.
belli oldu artık..
camlar titremekte, arada zangırdamakta,

ağaçların sesi buraya kadar geliyor.
uzaklarda bir köpek havlamakta.
salonun balkonunda, balkon şemsiyesinin poşeti sinir bileyici bir şekilde hışırdıyor, niye hala devrilmedi ki diye düşündüm, bidonundaki suyu boşaltmadığım aklıma geldi,
kalktım, benim gibi var mı bir tane diye baktım,

ışığı yanan tam üç ev saydım.
bizim dışımızda herkes derin uykusunda.
galiba bu rüzgar sabaha dek dinmeyecek,

şunun şurasında ne kaldı ki sabaha..
uyku muyku yok,

yarın şimdi benim başım da ağrır,

hatta hafiften ağrımaya başladı bile, gözlerim yanıyor.
bu sabah işe giderken direksiyon başında uyuklayan biri olursa; o benimdir.

ah işte kedi hanım da kalktı!

mız,
mız,
da
mız,
mız,
mı z ,
mı z,
mı z,

z,



z.









17 Aralık 2005 Cumartesi

cumadan kalan..

biletlerimizi öğle üzeri almıştık,
yedi onbeş matinesi,
babam ve oğlum için.
akşam iş çıkışında fırtınayla karışık yağmur karşıladı bizi,
yemekler hazır bekliyorum çağrısıyla soluğu sıcacık bir sofrada aldık.
hamarat eller kısa süre içinde anne gibi doyurdu,
günün kahramanı oydu.
biz şimdi bu kadar yemekten sonra ya rehavete kapılıp uyuklarsak dedik,
bir şey olmaz,
sodalar burda işte deyip üzerine kahvelerimizi de pişirdi.
yedik, içtik, kahramanımızı da alıp gecikiyoruz telaşıyla,
kendimizi dışarıya attık.
yetiştik.
izledik; beğendik.
senaryodan çok oyuncular iyi geldi bize.
özellikle bazı sahnelerde, türkçe dublajlı bir fellini filmi izliyormuşuz duygusuna kapıldık.
söylemeden edemeyeceğim; bir dönemin muhasebesinin,
rakı sofrasında iki dakikaya ve bir cümleye sığdırılmasını yadırgadık.
aynı şekilde doğuma beş kala alkollü gezen baba adayını ve koca apartmanda bir allahın kulunun komşu-luk sıfatıyla ki o yıllarda böyle bir kavram vardı yardıma koşmayışını.
cenaze sahnesindeki beyazgül'ün kıvrak zekasına diyecek yoktu.
dedenin gizli hazine odasında yaratığa et yedirme sahnesinde yüzük kardeşliğine gönderme mi vardı?
çocukların bilincaltına yerleşen soyut imgeler dolayısıyla falan.
film bittiğinde perdede yazılar kayarken,
kulağımızda -sözlerini senarist yazmış- harika bir ezgiyle salondan ayrıldık.
çıkışta yağmur çiseliyordu,
şemsiye açmadık.
azıcık ıslandık.
iyi geldi.

13 Aralık 2005 Salı

demode




iktidarsız muhterislerin,
mavisi bozulmuş bozbulanık denizinde,
iktidarlı mütevaziler,
istiridyedeki
inci tanesi gibi,
keşfedilmeyi beklemekteydi..
bilmiyorlardı ki,
istiridyenin modası
çoktan geçmişti.

12 Aralık 2005 Pazartesi

bil ki bizdik ...

yine,
uçak evde,
ışıl ışıl ankara manzarasına karşı,
ateş topunun batışına karşıymışçasına,
çıtır çıtır kızarmış hamsi kuşlarını pamuk ekmeğimize,
sevincimizi, kederimizi yılların birlikteliğine,
katık ettik.
dertleştik,
halleştik,
taktir ettik; yüreklendirdik,
gurur duyduk; sahiplendik,
iyileştirdik; iyileştik,
iyi ki vardık.
ben-dik; biz olduk, çoğaldık.
gecenin sonunda,
elimizde renklerin ağırbaşlı çoşkusu ; İspanyol'muş adı...
kulaklarını çınlattık,
kimbilir belki,
yüreğini de.

11 Aralık 2005 Pazar

akıl fikir....


tembele iş buyur...
budur..!

gün sonu


bu öğleden sonra Ankara, bahardan kalma bir gün yaşadı. hem de aralık ayında, üstümüzdeki montları atıp penye ile dolaştık , bu kadar olur yani..
real, tenhaydı akşamüstü saatlerinde. .
bizim ufaklık için ne var ne yok diye bakıp hoşlanacağı türden birşeyler alalım diye toys'a girdik. bir- birbuçuk saat sonra el becerisine yönelik olanlarda karar kıldık.
hafta içinde aldıklarımız hediye paketi olup postaya verilecek.

ufaklık açacak, sevinecek....
kız çocukları için onca oyuncak arasında neler yoktu ki; çamaşır makinası-ütü-mikrodalga fırın-elektrik süpürgesi-dikiş makinesi , veee tam teşekküllü hazır mutfak modülleri...
sektör, almış başını gitmiş. bu saydıklarım gerçeğe o kadar yakınlardı ki sanki oynamak için değil ev kurmak için.....

ayşegül ev hanımı ya da küçük anne durumları artık hikaye kitaplarının sayfalarından çıkmış, çocuk odalarına girmek üzere raflarda son derece alımlı kutuları içinde yerini almış.
bir kız çocuğu annesi olsam, çocuğumun bu oyuncak! larla yetişkinler dünyasına hazırlanmak üzere bu şekilde provalara başlamasını istemezdim.
kasada işimiz bitince paketler elimizde çıktık.
yan kapıdan içeri geçtik; tepe home coşmuştu yine...
renk cümbüşü içinde birbirinden sevimli ve albenili yüzlerce binlerce obje başımı döndürdü, gözümü kamaştırdı...
içim açıldıkça açıldı...
aklımdakilerin yanı sıra fikrimde olmayan bir kaç ufak parçayı da alarak ödeme yapıp çıktığımızda vakit hayli geç olmuştu..
günün yorgunluğu ince belli dalyan bardakta mis gibi demlenmiş çay ile son buldu...
yarına epeyce işimiz var...

10 Aralık 2005 Cumartesi

siyah&beyaz


BBC de yayınlanan okul öncesi çocuklara yönelik bir program var. eğlenceli şeyler yapıyorlar aynı zamanda da eğitici.
bazen merak edip izliyorum, neler farklı bizdekilerden diye...
bu sabah izlerken şu dikkatimi çekti; kış sebzelerini masaya dizmişlerdi; havuç, patates, turp ve yer elması gibi bir şey, bunların yanında küçük beyaz porselen kaplar içinde rengarenk, sıvı boyalar bir de büyücek beyaz bir resim kağıdı vardı. baba kıvamındaki şirin yüzlü şey, sebzeleri ortadan kesti, renkli boyalara bandırıp resim kağıdı üzerine baskılayarak oldukça dekoratif bir resim yaptı.
sonrasında sebzeler hooop çöpe..doğal olarak tabii.
aklıma şu takıldı; miniklere pratikte kullanabilecekleri malzemelerle neyi, nasıl yapabilecekleri öğretilecekse bunun için ille de yiyecek maddelerinin mi kullanılması gerekiyor ?
bir yandan afrikadaki açlar için "live 8" benzeri atraksiyonlarla destek veriyorlar, öte yandan çocukları eğitirken, yiyecek maddelerini bu şekilde hoyratça kullanılıyorlar.
çöpe giden şise kapağı, pipet, ip, bulaşık süngeri vb. onca ıvır zıvır malzeme dururken..



9 Aralık 2005 Cuma

boz kaşkollu koyunun gözüne ne oldu?


bu gün,
o bakışı yakaladım,
gözbebeğindeki nefreti,
mavisi, bulanık griye dönmüştü.











u-mutsuz...


neyin neden olduğunu bilmenin,
neyin neden olduğunu önlemeye,
hiç bir faydası olmadığını
biliyorduk.

8 Aralık 2005 Perşembe

dün&bugün&belki yarın

ben dedi,
hala dostum,
dostunum,
biliyorsun değil mi?
her neyse yaşananlar aranızda ,
her ne kadar taraf tutsamda birinizden yana,
dostunum inan bana.

sen dedi,
dostumsun,
dostuz hala..
her ne kadar taraf olsanda benden değil karşıdan yana,
girmiş olsan benim değil de onun koluna,
kırgın ya da kızgın değilim sana,
doğru söylüyorum,
dostumsun, dostuz hala.

dile değil ,
göze döküldü sözler.
kulaklarımızla görmüş,
yüreklerimizle işitmiştik.

7 Aralık 2005 Çarşamba

sütten limanların,
kağıttan kayıkların olsa,
bir de seyir defteri tutardık.
gel gör ki;
ne limanlar süt,
ne de kayıklar kağıt.

5 Aralık 2005 Pazartesi

uzaklarda...çokk uzaklarda....


orhan veli gibi..,
dinliyorum...
gözlerim kapalı...
bedenim burada..
ruhum uzaklarda...
hem de cookkk uzaklarda...
bilmediğim bir akdeniz
kasabasında....
hırçın dalgaların kayaları dövüp sonrada utanarak köpüklerini bırakıp kaçtığı,
mavi ve beyaza boyalı tek katlı bir evin terasında..
neredeyse akşam olmakta...
orhan veli gibi..,
dinliyorum...
bedenim burada,
ruhum uzaklarda..
hem de çookkk uzaklarda...
bilmediğim bir akdeniz kasabasında...
büyülü fener ateş topuyla selamlaşmadan önce..,
güneşin kızıllığı ile gökyüzünün mavisi yine o muhteşem dansını yapmakta...
uzaklarda balalayka, hüzünlü ama sözsüz bir ezgiyi acele etmeden aheste çalmakta...
gözlerim kapalı,
dinliyorum...
bir nota da ben olsam.....
ama bu ezgide olacaksa....!

gözlerimi kısıp bakıyorum; mum ışığı aynı anda hem ateş topu hem büyülü fener olmakta...
huzur
biraz da
hüzün
iliklerime işliyor....

tesekkurler tom sawyer bir kez daha ....
eksik olmayın..

30 Kasım 2005 Çarşamba

+ 1


eskiden ev tarifi verilirken misal, üç oda bir salon denilirdi.
şimdilerde bu tarif değişti ; 3+1 deniyor, üç oda bir salon değil...
salon kelimesi eskisi gibi kullanılmıyor artık...
oysa eskiler bilir; salon bir evin en müstahkem mevkiiydi..
Versaille sarayındaki aynalı salon misali...
siz basın tribünü benzetmesi de yapabilirsiniz tabii..
ev ahalisinin bu mevkiinin keyfini sürebilmesi için eve gelen misafir yada bayram- seyran gibi ciddi bir vesilesinin ya da bahanesinin olması gerekirdi ki bu gibi özel zamanlarda ev ahalisinin evinde kendini yabancı gibi hissetmesi yada tedirgin olması işten bile değildi...
siz de takdir edersiniz ki şimdilerde durum değişti, artık böyle değil tabiii....
bunun temel nedeni ne olabilir?
tam olarak bilemeyebilirim ama , rahatlıkla kişiden kişiye değişir diye fikir ileri sürebilirim....
bir 20 yıl sonra ne olur ? derseniz bunu tahmin edemeyebilirim....
kadim dostlarımız yaz sonunda yeni bir eve geçmişti...
ziyaretlerine gittik..
çok beğendim...
özellikle +1 'i ...,
sen dedi ev sahibimiz buraya geç, cam kenarına...
peki dedim...,
adeta uçakta gibiydim....
ışıl ışıl Ankara manzarası eşliğinde, ben mis kokulu çaylar içtim.

...

sütlü kahverengi ile petrol mavisinin..,
bej ile lacivertin..,
haki ile gök mavinin aralarında oluşturdukları uyuma bayılıyorum....
içlerinden en çok hangisi dersen ;
haki ile gökmavi derim....

29 Kasım 2005 Salı

akşam akşammm


bak dedi, böyleyken şöyle...
şöyleyken öyle...
bir de öyleyken böyle...
anlıyorum dedim...
hangimizi dedi?
bu sefer kendimi dedim...
o ne demek şimdi ? dedi...
ne kadar sabırlı bir insanım ben dedim...
affedersin başın şişti değil mi? dedi..
yo yooo sen devam et, dostluklar bu günler için değil midir? dedim..
sustu...

havanımda ne var ? dedi...
ceviz olsun dedim, hiç olmazsa ekmek kadayıfının üzerine dökeriz....
haksız mıyım ? dedim...
haklısın dedi...
mevzuuya son noktayı koydu...
gidelim mi dedim?
gittik...

akşam akşam.....

sen dedi her zaman onun tarafını tutuyorsun, bir kez olsun dinledikten sonra bana hak versen !...
yanılıyorsun dedim onu dinlerken de aynı şeyi yapıyorum....
olsun dedi benim onaylanmaya ihtiyacım var, üstelik bunu duymaya..
seni dinlerken onun yerine koyuyorum kendimi onu dinlerken de seni.. ikinize de hak veriyorum dedim..
nasrettin hoca mısın sen dedi ....
ama ben zaten bilginc'im dedim..
ben de ciddiyim dedi..
ben de dedim..
o zaman hak ver bana bir kez olsun dedi..
hak verilmez alınır dedim..
bak gidiyorum ama dedi...
beni de götür birlikte gidelim dedim..
öyleyse benden yana olduğunu varsayıyorum dedi..
say dedim, hadi say...
koluma girdi,
gidelim mi ? dedi...
gittik...

bekle ve gör...

N demiştiniz?

çok basit ama, ben sevdim...
devamını merak etmekteyim....
ve hiç bir fikrim yok
öyle işte....

26 Kasım 2005 Cumartesi

C.C.C.

* Bana, "Cafer Copy Center" daki "C" leri okur musunuz hanım kızım?
^ tabii ki de..
^ birincisi "C", ‘ce’ , ikincisi "C" ‘ke’ , sonuncusu "C" de, ‘se’olarak okunacak.
* aferim size....
^ buraların yabancısısınızmı?
* sakın siz olmayasınız hanım kızım?
^ ben doğma büyüme istanbulluyum..

* çok güzel, pek güzel....
^ siz ?
* ben artık değilim...siz buyrun..lütfen hanım kızım evladım...

yanılmış-mıydım?


dün akşam, haberleri izleyince üzüldüm..

içindeki çürükleri ayıklamayınca bir kasa domatesin tamamı çürümeye mi yüz tuttu..?
nerede o eski mis kokulu, asaletli, dolgun, olgun kırmızı domatesler..,
bunlar yeşil bile değiller..,
bunlar olsa olsa içi kof, süngerimsi, kokusuz, çekirdeksiz, lezzetsiz, tatsız tuzsuz, renksiz domatesler...,
faydası yok ,
hatta zararı çok...

bu çocuklar ne yiyecek..?
neyle ve nasıl beslenecek...?

25 Kasım 2005 Cuma

dün


bu gün,
yolda yürürken,
yanımdan geçip gidenler arasında,
mesleği öğretmenlik olanları,
tahmin edebildim...
ellerinde çiçek buketi,
yüzlerinde gurur vardı,
dimdik ve kararlı yürüyorlardı......
dikkatlice baktım; gögüslerinde başöğretmenin rozetini taşıyorlardı..
içlerinden biri hapşırdı..
çok yaşayın dedim...
siz de görün dedi...

23 Kasım 2005 Çarşamba

doğru & yanlış

yahoo search de şarz yazıp tarattıktan sonra..
neden şarj değil de şarz dendigini şimdi anladım..
ne yapsınlar.. dogrusunu bu sanıyorlar...
pembe gözlüğümle baktım; güldüm..
siyah gözlüğümü taktım; pes doğrusu, bu kadar mı olur dedim..

böyle devam ederse;
üç yanlış bir doğruyu götürecek,
sonunda doğru kalmayacak..
bu gün öğleden sonra saat üç yada üçbuçuk sularında işlek bir caddenin kaldırımında sırtını bir apartmana dayamış, orta yaşı çoktan geçmiş, yorgun yüzlü bir adam maharetle işini icra etmekte, ekmek parasını kazanmaktaydı...
plastik taburesine oturmuş,önüne koyduğu boyasız boyacı sandığının orta yerindeki pirinç ayaklığa -tahtına kurulmuş bir kral gibi- yerleşmiş olan bir ayağın ayakkabısının boyasını tamamlamış, şimdi de sağ elinin işaret ve orta parmağına sarmış olduğu kararmış bir bezi sol elindeki cila kutusuna seri şekilde sürüp beze aldığı cilayı ayakkabıya yedirerek son rötuşları yapmaktaydı...
işini yaparken bir yandan da müşterisi ile konuşmaktaydı..
elleri ve parmakları neredeyse katran karasına dönmüştü..
müşterisinin şeker pembesi eldivenleri ve kar beyazı yün başlığı vardı....
müşteri bir bayan, ayakkabısı ise siyahtı....
o da orta yaşı geçmişti besbelli....
adın cemal mi ? dedi müşteri,
evet dedi boyacı ama bana arkadaşlar camel der...
niye ? diye sordu müşteri,
komiklik olsun işte ,dedi boyacı...
sonra güldü boğuk boğuk...
isim benzerliği diye ekledi...
o arkadaş başka biri olsa gerek....
tüm bunlar olurken oradan geçiyordum...
yoluma devam edip giderken sohbetin seyrini merak etmeden edemedim...

21 Kasım 2005 Pazartesi

cebimde kuru üzüm ve leblebiler..
bir ıslık tutturmuşum...

eskilerden sevdiğim ezgilerden...
adeta potbori yaparken..
tamamen tesadüf-en karşılaştık yolda..
aynı ezgiler..
o da ıslıklıyordu ama o ustaydı,
yılmadan hakkını sonuna kadar veriyordu...
sessizce selamlaştık, yolumuza ara vermeden...
yolumuz, yönümüz farklıydı..
ama ne gam..
ıslığımızdaki ezgiler aynıydı...

20 Kasım 2005 Pazar

19..


çocukken, ne tv ne de bilgisayar ekranıyla henüz tanışmamışken, tanışmamıza da madden ve manen henüz imkan yokken kitaplarımız ve çocuk çocuğa oynadığımız oyunlarımız vardı...
ayşegül küçük anne, ayşegül tatilde, ayşegül falan filan, sonra kemalettin tuğcu serisi; öksüz çocuk, üvey baba, yetimler gibi ki çok faydası olmuştur bizim jenerasyona...
milliyet çocuk kitapları serisi harikaydı -cep kitapları şeklinde-, içlerinden bazıları dilimize tercüme edilmiş; tom amcanın kulübesi, pal sokağı çocukları, fadiş....
sonra biraraya gelip sokakta oynadığımız oyunlarımız vardı; körebe, yakan top, saklambaç, ve elim sende.. tek başına oyun oynanmazdı...
körebede ebe olunca tedirgin olurdum önümü görememekten, hileyi sevmediğim için yada iltiması, gözümü gevşek bağlamışlarsa duramaz, ben alttan görüyorum derdim..hemen oyun durur, göz bağı sıkılır, oyun yeniden başlar , etraf iyice zifir olurdu..kendim ettiğim için kendim bulmaya çalışırdım..

top ile oynanan oyunları sevmezdim..hele yakan topu, adı üstünde yakardı..kıvrak olmayı beceremezsen hırsla ve yakmak üzere atılan toplar hedefine ulaşır ve de kesinlikle yakardı...bu yakma işinden de hiç hoşlanmazdım; ne yakılmaktan ne yakmaktan...
saklambaç ise fena değildi..her an tetikte ve uyanık olmayı gerektirirdi..adrenalini en yüksek oyundu diyebilirim..
elim sende en temiz oyundu... en çok onu severdim, ama fazla koşunca da bir süre sonra başım ağrırdı..
bir de evcilik oyunu vardı ki...evler hep şenlikti...
çocukluk işte...
her neyse...
su doku çıkmış şimdi...
sevdim....

18 Kasım 2005 Cuma

muhalefet..

aslında şu saatlerde yolda oluyor olacaktık..
planlamıştık...
olamadık...
oysaki hafta sonunda uzun yürüyüşlere heveslenmiştik...
bizi alıkoyan hava muhalefeti oldu....
geç kaldık ..biz toparlanıp hadi diyene kadar...
iki gündür durmadan çiseleyen ve haftasonunda kar yağışına çevirmesi beklenen yağmurda gitmeyi değil kalmayı tercih ettik..
vazgeçtik..
pişman değiliz...

17 Kasım 2005 Perşembe

kırmızı ve gri


gelincikler ne kadar kırmızı ise gökyüzü o kadar griydi....
gelincikleri eskiden de severdim ben
ama şimdi,

yer eksi iki olunca
anlamları değişti.
gökyüzü bu mevsimde böyledir hep bilirsin işte ;
gri, puslu ve kasvetli..
baharı bekleyeceksin..
her zaman yaptığın gibi...
ama son bir kez seyretmeliyiz sonbaharın renklerini

sen seversin...,
henüz kar taneleri örtmeden üzerlerini......

16 Kasım 2005 Çarşamba

alaca bulaca

altın sarısı,
civciv sarısı,
saman sarısı,
safran sarısı,
limon sarısı,
ayva sarısı,
kanarya sarısı,
katran karası,
kömür karası,
şeker pembesi,
çingene pembesi,
toz pembe,
gül pembe,
pespembe,
sıklamen pembe,
çimen yeşili,
nil yeşili,
su yeşili,
ördekbaşı yeşili,
çağla yeşili,
ceviz yeşili,
nefti yeşil,
küf yeşili,
zümrüt yeşili,
zeytin yeşili,
yosun yeşili,

ne yapıyosun??
uyuyamıyorum..
ben de.....!
renkleri say...

koyunlara ne olmuş?
şşşşşşt... onlar uyuyordur şimdi....

...


cambaz; tel üzerinde...
yerden bilmem kaç metre yükseklikte....
dengede...
mahirane...
cambaz ; pür keyif......

izleyiciler de...

çok sevgili tom sawyer,
kulaklarınız çınlasın...


denizler, deryalar,
ağlardaki balıklar,
hasbihal olduğunuz balıkçılar
kavuştular ya size..
biz ise;
dün bir
bugün iki
yarın üç........
şimdiden özledik işte.....
arada bir haber gönderin,
biz iyiyiz merak etmeyin diye.....
kulağımız yolda.....

14 Kasım 2005 Pazartesi

büyülü teker...


eski adı kaşar tekeriydi,
sapsarı ve yusyuvarlak olduğu için bu adı beğenmişlerdi ona...
bak ! büyülü fener demişti...
hayııır o bir kaşar tekeri...
ciddi misin?
evet, kocaman bir kaşar tekeri...
seni obur seniii.
süs kaşarı o ..
yenmez ki....
bak !
gün be gün tükenecek ama
sonunda bitecek, hiç kalmayacak..
yeniden yaparlar üzülme sen...
hatırlat arada sen bana ama, hafızam zayıfladı bu aralar..

13 Kasım 2005 Pazar

Beijing 2008


2008 de Pekin'de yapılacak olan olimpiyat oyunlarının maskotları ile tanıştık;
BEİBEİ-JİNGJİNG-HUANHUAN-YİNGYİNG-NİNİ
beibei, balığı
jingjing, pandayı
huanhuan, olimpiyat ateşini
yingying, antilobu
nini, kırlangıç kuşunu temsil ediyormuş...
şimdiden bu şirinleri pek çok yerde göreceğiz demektir...
sabredemeyip niye bu kadar erken gün yüzüne çıktılar ki?
ya yüzleri eskirse....?

11 Kasım 2005 Cuma

perşembe'den sonra cumartesi'den önce


kedi hanımım akşam yemeğinden sonra çekildiğim kanapede kucağıma gelip kendini sevdirdikten sonra olduğu yerde kıvrılıp gözlerini kapattı.huzurlu bir uykuya geçti. başını usulca okşadım, istifini bozmadı..
yorucu ve stresli bir haftayı tamamlamış olan sanki oydu..
cuma akşamları kadar sevdiğim hiç bir gün akşamı olmadı...nankörlük edip cumartesilerin de hakkını yememek lazım ama yine de cumaların yeri bir başka..
hafta içi ağırlaşan ruh, cuma günün akşama döndüğü saatlerde hafiflemeye başlıyor...
ruhun ağırlığını ölçmüşler, 21 gram gelmiş...
duyduğumda brawo demiştim...
bundan 20 yıl önce, biri kalkıp insan bedeninde ruhun ağırlığını ölçtük 21 gram geldi deseydi, ona hokkabazın birisin sen derlerdi..
ama bu gün, bu çalışma itiraz görmediği gibi filmini bile çektiler...ciddi ciddi milyonlarca kişi izledi...
aslında onun kadar önemli bir konu daha var...
ego meselesi ...
etrafa ve kendine zarar vermeyecek, aklı başında bir ego kaç gram gelir acaba...?
tabii ki yaşa, cinsiyete göre değişecektir bu ağırlık ama, bir standarda oturtturulabilir pekala..
hatta cv lere bile eklenebilir ölçülebilen egoların ağırlığı.
standart egoya sahip olanlar tercih sebebidir denebilir, mesela...
o zaman tombul , ne tombulu obez egolular diyete girmek isteyebilir, olur ya..
ego diyetisyenliği diye yan bir branş bile doğabilir..
fena mı olur?




9 Kasım 2005 Çarşamba

boz kaşkol

çalı dikeni,
sağından solundan topladığı
pamukcukları
büyük bir marifetle
eğirip
iplik yapmış ..
yetmemiş
boz bulanık renkte
kaşkol örüp
boynuna
sarmış...
ali babanın çiftliğinde
mee ! mee !
diye bağırmıyor koyunlar
ya
sesleri kısılmış..
ya
bağırmaktan usanmış...
yada
dilleri tutulmuş..!

7 Kasım 2005 Pazartesi

( * ) ve ( & ) vede ( ~ ) birde ( " )

* bakın böyle olmuyor arkadaşlar..! olmaz da zaten ! bu böyle gitmez... şöyle de gitmez....., öyle hiç hiç gitmez...
" sssssssssessizlik..........? (çıt yok)
~ aa tabi tabi gitmez, gitmeeez ,gider mi hiç...bence de...feci haklısınız siz...
& ne olacak peki bu durumda????
* hiç bir şey olmayacak...yani gitmeyecek,gidemeyecek...! gitmemek üzere yapılmış zaten...
~ tabandan tavana kadar haklısınız , bence de, tabi tabiii, gitmez..gider mi hiç..? harikulade bir tespit yeteneğiniz var sizin...!
" sssssssssessizlik........ ?(çıt yok)
& gider, niye gitmesin...! akıl var izan var....gitmez olur mu?

* olur olur, hatta bak! oldu bile, ben düşündüm, tartım; böyle.. sonra bana siz demiştiniz dersiniz...
* gelelim diğer konumuza; arkadaşlar, bu böyle gider, şöyle de gider, hatta biraz uğraşsak, yok yok uğraşmaya bile gerek yok öyle de gide bilir... hiç bir mahsuru yok...
& bence gitmez; ne şöyle, ne böyle hele hele öyle hiç gitmez..gitmek için değil ki o... bilakis kalmak için...ne alaka.....?

" ssssssssssessizlik.....! (çıt yok)
* olur olur, gider o gideeer, hem de nasıl...sonra bana siz demiştiniz dersiniz...

~ bence de gider...korkunç haklısınız siz, niye gitmesin ki, gider....biraz düşünsen sen de bize hak vereceksin....
& allahım...!
* hı?
& yok bir şey...

* tamam galiba di mi?..dağılabiliriz...aa unutuyordum "biz gidiyoruz"
& ???
~ kim kim??
* sen , ben ve çorbacı......
~yaşasınnnn..peki ya &o ve "bu ?
* &o bekleyecek buraları , hadi "bu da gelsin bakalım ,biz bi gidip gelelim....

kim tutar sizi......


lüküs ağaç

2 Kasım 2005 Çarşamba

şerbeti bol olsun......

+ yarın bayram biliyorsun di mi?
# bilmez miyim...!
+ne yapıyorsun...?
# iyiyim, oturuyordum...
+ işlerini yoluna koydun mu?
# hı ? hangi işleri..?
+ bayram hazırlıkları falan...
# bayrama hazırım tabii ...size gelicez tatlılar, börekler, sarmalar.....mmmm...
+ heyecanın yok oldu senin...niye..?
# kim demiş heyecanım yok olmuş diye.....tabii ki heyecanlıyım....yarın perşembe ve sonra cuma; iki mesai gününde de evimdeyim..öyle böyle değil sabahtan akşama kadar..arayan soran olmayacak, yetiştim yetişemedim telaşı yok..üzerine bir de c.tesi pazar...off off offff...daha ne olsun... heyecanlıyım...çok... kedi hanımımın da ilk bayramı olacak..
+ hadi ordan, dalgacı seni...
# deniz soğuktur şimdi....kedim ve ben ; biz sıcak severiz..
+ her bayram mutlu ol ...
çok yaşa....
# hep birlikte.....
# sağ ol ,var ol, hep ol/un.....





acıyı paylaşmak



aile içinde şifası zor bir hastalık ya da vefat haberi olduğunda bana en son söyleniyor ya da ağızlardan kaçmış oluyor ya da ben anlıyorum canlar sıkılmış, ne oldu deyip ısrar edince söylemek zorunda kalınıyor.....
cünkü çok üzülüyorum...

üstüne üstlük böyle bir haber alınca uzakta olanı aramak yakında olanı ziyaret edip geçmiş olsun demek ya da baş sağlığı dilemek bana zor geliyor...

beylik cümleler kurup kasılıp kalıyorum..
oysa tebrik etmek, kutlamak ve bir sevinci yada başarıyı paylaşmak ne kadar da kolay.....
sıkıntılı ve acılı zamanlarda insanlar genellikle aranıp sorulsun yada ziyaretine gidilsin ister deniliyor......

misal ben, böyle durumlarda yalnız kalmak isterim..
ne çevremdeki kalabalığa ne çalan telefona ne de kapı ziline katlanabilirim..
belki bir çoğu için de böyledir ..
ama biz, böyle zamanlarda aramak, sormak hatta yanına gitmek gerekir diye onun adına karar verip hareket ederken buluyoruz kendimizi...
dünden beri ertelediğim telefon konuşmasını bu gün yapmak gerekiyor..
yarın bayram..
hiç olmaz...
hadi....

incecikten......

beklenen oldu....
inceden beyaz bir örtünün altına saklanıverdi şehir, akşamın geceyle buluştuğu saatlerde....
aceleci davrandı, sabırsızlandı...
ayva da bolmuş bu mevsim...
nerde benim eldivenlerim...
sabaha lazım olacak....

bayram şekerleri.....



30 Ekim 2005 Pazar

konuk


dün akşam yemeğe davetliydim..her zamanki gibi her bakımdan yine özenle ve sevgiyle hazırlanmış bir sofradaydik..yıllardır bu özen hiç bir şeyinden kaybetmedi..kaybetmez de biliyorum...zevkli ve özenli insanlar her yaşta aynıdır..ileride sağlık problemleri başlayınca nasıl olacak bilmiyorum ama şimdiden düşünüp bu günleri berbat etmenin de gereğinin olmadığını biliyorum..
yemek öncesi "ben ankara'dayım" diye arayan sürpriz konuğu karşılamak bana düştü, büyük bir zevkle ve neşeyle karşılamaya gittim...uçarak geldim dedim..ben senden daha çabuk geldim dedi..her zamanki gibi yine şakacı ve hayat dolu ve ilerleyen yaşına rağmen hala çookk hoştu..haklısın dedim...trafik berbat !özellikle iftar saatlerinde bir de hafta sonu ise böyle oluyor işte ....
ne iyi ettin dedim...nasıl da özlemişiz seni... ben de dedi...

sofra çocukluğumdan beri hayran olduğum konukla iyice keyiflendi...
yemek sonrası ince belli cam bardaklarda çaylarımızı içerken koyu bir sohbet başladı..
çocukluğumdan beri bayılırım bu anlara..yani güzel bir yemek ve sonrasında ruhu ve aklı doyuran sohbetlere..
kaç yaşıma gelirsem geleyim hayranlığım çocukluğumdaki gibi hiç bir zaman eksilmedi...
pür dikkat dinledim söylediklerini..söze az katılarak daha çok dinleyerek....seyahatten yeni dönmüştü ve izlenimlerini dinlemek çok keyifliydi....Gana çukulatası getirmişti...ama sohbet çok daha lezzetliydi...bu arada yeni kitap isimleri söyledi...bunlari ihmal etme dedi....etmem dedim....
gecenin sonunda onu uğurlarken sımsıkı sarıldım...iyi ki varsın dedim...güldü...kitapları ihmal etme dedi giderayak..tamam dedim merak etme...yılbaşında görüşürüz sana sürprizim olur belki dedi..heyecanlandım yine...
uğurlarken arkasından el salladim..

içim sımsıcaktı geceyarısı ankara'nın ayazına rağmen...




25 Ekim 2005 Salı

yalaka.

kelimenin melodisi bile çirkin...
taşıdığı anlam ayrı çirkin.....
küfürden beter....
ve şahsiyetsiz.....
ve banal....
ve çürük yumurta kokusunda...
ve vıcık vıcık....
yani mide bulandırıcı....
hatta diş gıcırdatıcı......
ve nasıl da çoklar..
her taşın altındalar neredeyse....
nasıl bir yetiştirilme tarzının
ürünüdür bunlar....
ya da nasıl bir deformasyonun...
ya da transformasyonun.....

yazık yazık.......
sabrımız istihap haddinde....
hatta haddini aşmış bile....





fashionable life .....


washington mevsimi gelsin, aynısından kedi hanımıma da yapmaz mıyım....!
şöyle turuncu turuncu.....

ne de yakışır kızıma.....




19 Ekim 2005 Çarşamba

ok.





davetliyim..
dostların sofrasına..
bu çorbaya kim hayır diyebilir ki....!!

18 Ekim 2005 Salı

hizmette sınır ötesi

bir anda çoban kavalının hüzünlü melodisiyle irkildik...
anında gözgöze geldik...
ne olduğunu anlamadik önce...
o boğuk alöööğ sesiyle kendimize geliverdik...
cep telefonuymuş...
melodisi.....
tam konuşma bitti...
ki...

yeniden aynı hüzünlü melodi....
kulak kesildik...
ilkinde kaçırmış mıydık...?
meleme sesini bekledik...?
yok...
sadece kaval...
tekrar alööğ.........
hizmette ve yaratıcılıkta sınır yok...
çoktan öğrendik de....
boş bulunuşluğumuza denk geldi demek ki..
ondandır şaşkınlığımız.....!!!

17 Ekim 2005 Pazartesi

5.7

İ
z
m
i
r
i

ç
i
n
z

o
r
g

e
ç
e
c
e
k
b

i
r
a

k
ş
a
m
v

e
u

p
u

z
u
n
b

i
r
g

e
c
e
o

l
a
c
a
k....

16 Ekim 2005 Pazar

hal ve gidiş

kış mevsimini işte bunun için hiç sevmiyorum...
kat kat giyinilecek..., ayaktan çorap eksik edilmeyecek....
kapı, pencere gün boyu ardına kadar açık bırakılamayacak..,
havanin pusuna,sisine,kasvetine katlanılacak..,
şemsiye cantadan eksik edilmeyecek...,
hava gün be gün daha erken kararacak..hemen akşam olacak, ayaz çıkacak...
üstelik saatler ileri alınınca daha da beter olacak......
sabahları jiglesiz yola çıkılmayacak....
lahana ve pırasanın pişerken çıkardığı kokulara katlanılacak...
portakal, greyfurt suyu içilip bünye takviye edilecek....lakin mide bu duruma isyan edecek...
en az bir iki kez doktora gidilecek antibiyotik ve vitamin yüklemesine razı olunacak...
vee sezonu açtım bile....
hafta içinde aksırıp öksürmeye başlayınca ilaç almamak için çok direndim ama haftasonunda yenildim...

üstelik barsaklar ve mide de iflas etmiş durumda...
kırılıyorum, dökülüyorum...
dünden beri dostum ıhlamur mutfağın baş köşesinde yerini aldı...
koca bir demlikte ekip arkadaşları elma, tarçın ve karanfil ile kaynamaya, halleşmeye başladı...
başka zaman aklımıza gelmez zaten.... gücenmiyor ama..öyle de vefalı....
lapa..yoğurt.. şekersiz koyu dem çay..tuzsuz, haşlanmış patates..ıhlamur..toz içecek vermidon hot..

hafta sonu için harika bir menü.......
mide berbat... ağızda tat yok....gözler çakmak çakmak..
iki gündür baş yastıkta...
kedi hanım da dünden beri gayet sakin, gözleriyle yattığı yerden yattığım yeri takipte...arada yerinden kalkıp evin içinde kısa bir süre kaybolup tekrar geri geliyor...yanıma zıplayıp burnunu burnuma değdirip kokluyor, zımpara diliyle burnumu yalayıp kendince, kedice şevkat gösteriyor...


şu mevsimi hiç sevmiyorum...
nerde benim baharım yazım....
çimenim yeşilim, sarı güneşim, mavi göğüm, beyaz bulutlarım....

akşam oldu yine.....
yarın yeni bir hafta başlayacak...
nasıl gözümde büyüyor.....

offfff.....


12 Ekim 2005 Çarşamba

kayıplı salı


Elimden tut yoksa düşeceğim

Yoksa bir bir yıldızlar düşecek.

Eğer şairsem beni tanırsan

Yağmurdan korktuğumu bilirsen

Gözlerim aklına gelirse

Elimden tut yoksa düşeceğim

Yağmur beni götürecek yoksa beni

Geceleri bir çarpıntı duyarsan

Telaş telaş yağmurdan kaçıyorum

Sarayburnu'ndan geçiyorum

Akşamsa eylülse ıslanmışsam

Beni görsen belki anlayamazsın

İçlenir gizli gizli ağlarsın

Eğer ben yalnızsam yanılmışsam

Elimden tut yoksa düşeceğim

Yağmur beni götürecek yoksa beni.

3 Ekim 2005 Pazartesi

uğur böcekli pazartesi....

hafta surpriziyle geldi...
ummadigim merciden...
ummadigim şekilde...
sevindim mi?...
henüz bilemiyorum...
zaman gösterecek.....
her ne kadar ışığı fersiz olsa bile......

2 Ekim 2005 Pazar

bu akşam yağmur var Ankara'da.....

galiba kış başladı artık buralarda...
dışarısı öyle soğuk, öyle puslu, öyle rüzgarlı ki sorma gitsin...
bu gün kışlık pofuduk terliklerimi çıkarıp giydim ayağıma..
pötikare diz üstü batteniyem de kanapenin kolçağındaki yerini aldı....
gün boyunca içtiğim çay, ıhlamur, sütlü kahve bile geçiremedi içimin ürpetisini, ayaklarım buz gibi..termoforu dolduracaktım ama bu kadar da abartma dedim kendime...
canım evden çıkmak istemedi..zaten çıksam da yine başka bir kapalı mekana girmek içimden gelmedi...

evim evim güzel evim....
kedi hanım henüz havaların soğuduğunun farkında değil...
bu kış onun ilk kışı olacak...
ama üşümesine fırsat kalmadan kaloriferler de yanmış olur zaten....
sütlü mısıra bayılmıştı, kestane kebabını da sevecek mi merak ediyorum...

dün ise yazdan kalma bir gündü..
bu fırsatı değerlendirip geçen haftanın yorgunluğu atmak biraz da hava almak için cumartesi gününü Beypazarı'nda geçirdik.
her seferinde burasını biraz daha gelişmiş ve serpilmiş buluyoruz..başkan bey iyi çalışıyor besbelli....
öğle yemeğinden sonra taş mektebin önünde uzanan yolda kurulan tezgahları, genç-yaşlı güleryüzlü satıcı kadınları, sattıklarını, satışlarını keyifle izledik...her birinden ufak tefek bir şeyler almayı ihmal etmedik...ev tarhanamız, ev eriştemiz, kuru nanemiz hazır kış için.... havuç suyu standı kurulmuştu, başında yaşlı tonton bir amca....uğramadan geçmedik....mis gibiydi..
yöresel dokumalardan satın aldık yine....ama bu gidişimizde fazla çeşit yoktu..bir durgunluk sezdik..fırsat bulup soramadık..o küçücük dükkanda müşteri çoktu ve dokuma tezgahlarının başında yıllarını geçirmiş olan yaşlı teyzeye ve amcaya göz açtırmıyordu...
yine de ayaküstü sohbet sırasında yeni bir şey daha öğrendik...otellerde yeni trend havlu yerine rengarenk yüzdeyüz pamuklu dokumaları peştamal gibi kullanmakmış ve bu dokumalara çok talep varmış...fikir çok hoşuma gitti...çünkü havlu her zaman için seyahatlerde çok yer kaplayan bir şey..
Beypazarı'nda bir resim öğretmeni ile tanıştık...her biri tablo gibi rengarenk, cıvıl cıvıl cam üzerine yağlı boya kolyeler yapmış satıyordu...her biri ayrı güzeldi...biri diğerine benzemiyordu...çok hoşumuza gitti...tezgah üzerine özenle dizmiş olduğu onca çeşidin arasından ben onun boynundakini beğendim...çıkarıp verdi...gülerek siz ilk değilsiniz dedi...parasını ödedik..bu kez tezgahtan başka birini seçerek boynuna taktı...bu kez de onu çok beğendim..ama değiştirmedim..sonradan işin sırrının öğretmenimin kar gibi beyaz penye bluzunda olduğunu anladım...beyaz zemin üzerinde hepsi harika görünecekti elbette....
gümüşçüler çarşısına doğru ilerlerken Beypazarı kurusu satan fırına rakip yeni fırınlar açılmış olduğunu gördük..ellerindeki tabaklara dizdikleri kuruları yoldan geçenlere ikram ediyorlardı...biz yine bildiğimizden şaşmadık her zamanki yerden aldık...cevizli sucukçu yine rakipsizdi..hem nitelik hem nicelik bakımından....leblebinin pekmezlisini yapmışlar...çok güzeldi...tatlı tatlı hoşumuza gitti....
gümüşçüler çarşısına ulaştığımızda enerjimiz hala tükenmemişti..aksine vitrinlerin karşısında adeta şarj edilmiş gibi olduk....her zamanki gibi kesemize ve zevkimize uygun bir kaç parça seçip satın aldık ve çoook mutlu olduk....erkek olarak dünyaya gelmediğimiz için şükrettik...erkek olsaydık herhalde çok kıskanırdık....!
akşam eve döndüğümde haftanın yorgunluğu uçup gitmiş yerini farklı bir yorgunluğa bırakmıştı.
hafif bir şeyler yedikten sonra beypazarı kurusuna eşlik eden mis gibi demli çay günün sonunda keyfimi perçinledi adeta....
şimdi de dizlerime battaniyemi, elime çayımı ve kitabımı alıp keyfi sürmenin zamanıdır artık...
mutfağa geçip demleyeyim...
hava soğuk...dışarıda inceden yağan yağmur var...

yarın da yoğun bir haftaya başlanacak yine...
antrenmanlıyım..
hazırım....

30 Eylül 2005 Cuma

....


yazısız....

29 Eylül 2005 Perşembe

offffff....yok!

haftanin ilk gununden beri yorulmaktan yoruldum...
yağmur gibi iş yağıyor tepemden...
hafta sonunu iple cektigim nadir durumlardan birini daha yaşıyorum...
ama ne yazik ki gelen hafta da pek farkli olmayacak....

hadi bakalım...
tempo......1 ki 3 dört...
koştur maca...

bir.. sağa
iki.. sola...
bir.. sola
iki... sağa...
ortası yok mu..?
yok...!

24 Eylül 2005 Cumartesi

21 Eylül 2005 Çarşamba

eski & yeni

gokyuzu aydinlik bu gece de...
pırıl pırıl...
şıkır şıkır....
keramet;
eski adiyla
"kaşar tekeri"
yeni adıyla
"büyülü fener" de...

starfish.....

20 Eylül 2005 Salı

cızzzz


her şey "waiting" in ezgisi yüzünden oldu....
bir de o intronun başındaki derin iç çekiş yok mu....
öyle cok şey ifade ediyordu ki.......
boğazım düğümlendi...

bu sabah birdenbire onu cok özlediğimi farkettim..
son gönderdiği maili tekrar okudum..
resmine baktım...
şu an yanımda olmasını ne cok isterdim..
iyi ki varsın dedim içimden...
uzaklarda olsa da...
iyi ki var...
seni çok seviyorum....
melek....
melekler erkek olur mu??
evet oluyor.......

17 Eylül 2005 Cumartesi

çocuk bile anladi..

adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra haftasonu sabahı kalktığında bütün haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düşündü.
tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu. Baba oğluna söz vermişti bu hafta sonu sinemaya götürecekti ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti.
önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim dedi sonra düşündü; oh be kurtuldum en iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı aksama kadar düzeltemez.
aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi ve baba haritayı düzelttim artık sinemaya gidebiliriz dedi.

adam önce inanamadı ve görmek istedi.
gördüğünde de halen hayretler içindeydi ve bunu nasıl yaptığını sordu.
çocuk : bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı,
"İNSANI DÜZELTTİĞİM ZAMAN DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELDİ.” yanıtını verdi.

16 Eylül 2005 Cuma

funny frog

ofis anahtarlarım yarından itibaren kocaman, güleryüzlü, patlak gözlü, mor etekli uzaylı yeşil funny frog'a emanet...claire's gillerden.....
ben onu çok sevdim..
hediye edildi bana bu gün.....
öylesine...
eskisinin hükmü yoktur yarından itibaren....
o da sandıkta yerini aldı bu akşamdan itibaren..
hangi sandık mı??
emekli sandığı elbette.... !
kulaklarınız çınlasın sevgili Tom Sawyer :)
ışığınız eksilmesin penceremizden....
sevgiyle....

doğduğum günü söyledim, bana ne olduğumu söyledi...!!

hımmmmm......!!

Your Birthdate: September 2


Your birth on the 2nd day of the month adds a degree of emotion, sensitivity, and intuition to your life.


The 2 is a very social number allowing you to make friends easily and quickly.
Yet you are apt to have a rather nervous air in the company of a large group.

You have a warmhearted nature and emotional understanding that constantly seeks affection.


You are more prone than most to become depressed and moody, as emotions can turn inward and cause anxiety and mental turmoil.


It can be hard for you to bounce back to reality when depression sets in.