30 Ekim 2005 Pazar

konuk


dün akşam yemeğe davetliydim..her zamanki gibi her bakımdan yine özenle ve sevgiyle hazırlanmış bir sofradaydik..yıllardır bu özen hiç bir şeyinden kaybetmedi..kaybetmez de biliyorum...zevkli ve özenli insanlar her yaşta aynıdır..ileride sağlık problemleri başlayınca nasıl olacak bilmiyorum ama şimdiden düşünüp bu günleri berbat etmenin de gereğinin olmadığını biliyorum..
yemek öncesi "ben ankara'dayım" diye arayan sürpriz konuğu karşılamak bana düştü, büyük bir zevkle ve neşeyle karşılamaya gittim...uçarak geldim dedim..ben senden daha çabuk geldim dedi..her zamanki gibi yine şakacı ve hayat dolu ve ilerleyen yaşına rağmen hala çookk hoştu..haklısın dedim...trafik berbat !özellikle iftar saatlerinde bir de hafta sonu ise böyle oluyor işte ....
ne iyi ettin dedim...nasıl da özlemişiz seni... ben de dedi...

sofra çocukluğumdan beri hayran olduğum konukla iyice keyiflendi...
yemek sonrası ince belli cam bardaklarda çaylarımızı içerken koyu bir sohbet başladı..
çocukluğumdan beri bayılırım bu anlara..yani güzel bir yemek ve sonrasında ruhu ve aklı doyuran sohbetlere..
kaç yaşıma gelirsem geleyim hayranlığım çocukluğumdaki gibi hiç bir zaman eksilmedi...
pür dikkat dinledim söylediklerini..söze az katılarak daha çok dinleyerek....seyahatten yeni dönmüştü ve izlenimlerini dinlemek çok keyifliydi....Gana çukulatası getirmişti...ama sohbet çok daha lezzetliydi...bu arada yeni kitap isimleri söyledi...bunlari ihmal etme dedi....etmem dedim....
gecenin sonunda onu uğurlarken sımsıkı sarıldım...iyi ki varsın dedim...güldü...kitapları ihmal etme dedi giderayak..tamam dedim merak etme...yılbaşında görüşürüz sana sürprizim olur belki dedi..heyecanlandım yine...
uğurlarken arkasından el salladim..

içim sımsıcaktı geceyarısı ankara'nın ayazına rağmen...




25 Ekim 2005 Salı

yalaka.

kelimenin melodisi bile çirkin...
taşıdığı anlam ayrı çirkin.....
küfürden beter....
ve şahsiyetsiz.....
ve banal....
ve çürük yumurta kokusunda...
ve vıcık vıcık....
yani mide bulandırıcı....
hatta diş gıcırdatıcı......
ve nasıl da çoklar..
her taşın altındalar neredeyse....
nasıl bir yetiştirilme tarzının
ürünüdür bunlar....
ya da nasıl bir deformasyonun...
ya da transformasyonun.....

yazık yazık.......
sabrımız istihap haddinde....
hatta haddini aşmış bile....





fashionable life .....


washington mevsimi gelsin, aynısından kedi hanımıma da yapmaz mıyım....!
şöyle turuncu turuncu.....

ne de yakışır kızıma.....




19 Ekim 2005 Çarşamba

ok.





davetliyim..
dostların sofrasına..
bu çorbaya kim hayır diyebilir ki....!!

18 Ekim 2005 Salı

hizmette sınır ötesi

bir anda çoban kavalının hüzünlü melodisiyle irkildik...
anında gözgöze geldik...
ne olduğunu anlamadik önce...
o boğuk alöööğ sesiyle kendimize geliverdik...
cep telefonuymuş...
melodisi.....
tam konuşma bitti...
ki...

yeniden aynı hüzünlü melodi....
kulak kesildik...
ilkinde kaçırmış mıydık...?
meleme sesini bekledik...?
yok...
sadece kaval...
tekrar alööğ.........
hizmette ve yaratıcılıkta sınır yok...
çoktan öğrendik de....
boş bulunuşluğumuza denk geldi demek ki..
ondandır şaşkınlığımız.....!!!

17 Ekim 2005 Pazartesi

5.7

İ
z
m
i
r
i

ç
i
n
z

o
r
g

e
ç
e
c
e
k
b

i
r
a

k
ş
a
m
v

e
u

p
u

z
u
n
b

i
r
g

e
c
e
o

l
a
c
a
k....

16 Ekim 2005 Pazar

hal ve gidiş

kış mevsimini işte bunun için hiç sevmiyorum...
kat kat giyinilecek..., ayaktan çorap eksik edilmeyecek....
kapı, pencere gün boyu ardına kadar açık bırakılamayacak..,
havanin pusuna,sisine,kasvetine katlanılacak..,
şemsiye cantadan eksik edilmeyecek...,
hava gün be gün daha erken kararacak..hemen akşam olacak, ayaz çıkacak...
üstelik saatler ileri alınınca daha da beter olacak......
sabahları jiglesiz yola çıkılmayacak....
lahana ve pırasanın pişerken çıkardığı kokulara katlanılacak...
portakal, greyfurt suyu içilip bünye takviye edilecek....lakin mide bu duruma isyan edecek...
en az bir iki kez doktora gidilecek antibiyotik ve vitamin yüklemesine razı olunacak...
vee sezonu açtım bile....
hafta içinde aksırıp öksürmeye başlayınca ilaç almamak için çok direndim ama haftasonunda yenildim...

üstelik barsaklar ve mide de iflas etmiş durumda...
kırılıyorum, dökülüyorum...
dünden beri dostum ıhlamur mutfağın baş köşesinde yerini aldı...
koca bir demlikte ekip arkadaşları elma, tarçın ve karanfil ile kaynamaya, halleşmeye başladı...
başka zaman aklımıza gelmez zaten.... gücenmiyor ama..öyle de vefalı....
lapa..yoğurt.. şekersiz koyu dem çay..tuzsuz, haşlanmış patates..ıhlamur..toz içecek vermidon hot..

hafta sonu için harika bir menü.......
mide berbat... ağızda tat yok....gözler çakmak çakmak..
iki gündür baş yastıkta...
kedi hanım da dünden beri gayet sakin, gözleriyle yattığı yerden yattığım yeri takipte...arada yerinden kalkıp evin içinde kısa bir süre kaybolup tekrar geri geliyor...yanıma zıplayıp burnunu burnuma değdirip kokluyor, zımpara diliyle burnumu yalayıp kendince, kedice şevkat gösteriyor...


şu mevsimi hiç sevmiyorum...
nerde benim baharım yazım....
çimenim yeşilim, sarı güneşim, mavi göğüm, beyaz bulutlarım....

akşam oldu yine.....
yarın yeni bir hafta başlayacak...
nasıl gözümde büyüyor.....

offfff.....


12 Ekim 2005 Çarşamba

kayıplı salı


Elimden tut yoksa düşeceğim

Yoksa bir bir yıldızlar düşecek.

Eğer şairsem beni tanırsan

Yağmurdan korktuğumu bilirsen

Gözlerim aklına gelirse

Elimden tut yoksa düşeceğim

Yağmur beni götürecek yoksa beni

Geceleri bir çarpıntı duyarsan

Telaş telaş yağmurdan kaçıyorum

Sarayburnu'ndan geçiyorum

Akşamsa eylülse ıslanmışsam

Beni görsen belki anlayamazsın

İçlenir gizli gizli ağlarsın

Eğer ben yalnızsam yanılmışsam

Elimden tut yoksa düşeceğim

Yağmur beni götürecek yoksa beni.

3 Ekim 2005 Pazartesi

uğur böcekli pazartesi....

hafta surpriziyle geldi...
ummadigim merciden...
ummadigim şekilde...
sevindim mi?...
henüz bilemiyorum...
zaman gösterecek.....
her ne kadar ışığı fersiz olsa bile......

2 Ekim 2005 Pazar

bu akşam yağmur var Ankara'da.....

galiba kış başladı artık buralarda...
dışarısı öyle soğuk, öyle puslu, öyle rüzgarlı ki sorma gitsin...
bu gün kışlık pofuduk terliklerimi çıkarıp giydim ayağıma..
pötikare diz üstü batteniyem de kanapenin kolçağındaki yerini aldı....
gün boyunca içtiğim çay, ıhlamur, sütlü kahve bile geçiremedi içimin ürpetisini, ayaklarım buz gibi..termoforu dolduracaktım ama bu kadar da abartma dedim kendime...
canım evden çıkmak istemedi..zaten çıksam da yine başka bir kapalı mekana girmek içimden gelmedi...

evim evim güzel evim....
kedi hanım henüz havaların soğuduğunun farkında değil...
bu kış onun ilk kışı olacak...
ama üşümesine fırsat kalmadan kaloriferler de yanmış olur zaten....
sütlü mısıra bayılmıştı, kestane kebabını da sevecek mi merak ediyorum...

dün ise yazdan kalma bir gündü..
bu fırsatı değerlendirip geçen haftanın yorgunluğu atmak biraz da hava almak için cumartesi gününü Beypazarı'nda geçirdik.
her seferinde burasını biraz daha gelişmiş ve serpilmiş buluyoruz..başkan bey iyi çalışıyor besbelli....
öğle yemeğinden sonra taş mektebin önünde uzanan yolda kurulan tezgahları, genç-yaşlı güleryüzlü satıcı kadınları, sattıklarını, satışlarını keyifle izledik...her birinden ufak tefek bir şeyler almayı ihmal etmedik...ev tarhanamız, ev eriştemiz, kuru nanemiz hazır kış için.... havuç suyu standı kurulmuştu, başında yaşlı tonton bir amca....uğramadan geçmedik....mis gibiydi..
yöresel dokumalardan satın aldık yine....ama bu gidişimizde fazla çeşit yoktu..bir durgunluk sezdik..fırsat bulup soramadık..o küçücük dükkanda müşteri çoktu ve dokuma tezgahlarının başında yıllarını geçirmiş olan yaşlı teyzeye ve amcaya göz açtırmıyordu...
yine de ayaküstü sohbet sırasında yeni bir şey daha öğrendik...otellerde yeni trend havlu yerine rengarenk yüzdeyüz pamuklu dokumaları peştamal gibi kullanmakmış ve bu dokumalara çok talep varmış...fikir çok hoşuma gitti...çünkü havlu her zaman için seyahatlerde çok yer kaplayan bir şey..
Beypazarı'nda bir resim öğretmeni ile tanıştık...her biri tablo gibi rengarenk, cıvıl cıvıl cam üzerine yağlı boya kolyeler yapmış satıyordu...her biri ayrı güzeldi...biri diğerine benzemiyordu...çok hoşumuza gitti...tezgah üzerine özenle dizmiş olduğu onca çeşidin arasından ben onun boynundakini beğendim...çıkarıp verdi...gülerek siz ilk değilsiniz dedi...parasını ödedik..bu kez tezgahtan başka birini seçerek boynuna taktı...bu kez de onu çok beğendim..ama değiştirmedim..sonradan işin sırrının öğretmenimin kar gibi beyaz penye bluzunda olduğunu anladım...beyaz zemin üzerinde hepsi harika görünecekti elbette....
gümüşçüler çarşısına doğru ilerlerken Beypazarı kurusu satan fırına rakip yeni fırınlar açılmış olduğunu gördük..ellerindeki tabaklara dizdikleri kuruları yoldan geçenlere ikram ediyorlardı...biz yine bildiğimizden şaşmadık her zamanki yerden aldık...cevizli sucukçu yine rakipsizdi..hem nitelik hem nicelik bakımından....leblebinin pekmezlisini yapmışlar...çok güzeldi...tatlı tatlı hoşumuza gitti....
gümüşçüler çarşısına ulaştığımızda enerjimiz hala tükenmemişti..aksine vitrinlerin karşısında adeta şarj edilmiş gibi olduk....her zamanki gibi kesemize ve zevkimize uygun bir kaç parça seçip satın aldık ve çoook mutlu olduk....erkek olarak dünyaya gelmediğimiz için şükrettik...erkek olsaydık herhalde çok kıskanırdık....!
akşam eve döndüğümde haftanın yorgunluğu uçup gitmiş yerini farklı bir yorgunluğa bırakmıştı.
hafif bir şeyler yedikten sonra beypazarı kurusuna eşlik eden mis gibi demli çay günün sonunda keyfimi perçinledi adeta....
şimdi de dizlerime battaniyemi, elime çayımı ve kitabımı alıp keyfi sürmenin zamanıdır artık...
mutfağa geçip demleyeyim...
hava soğuk...dışarıda inceden yağan yağmur var...

yarın da yoğun bir haftaya başlanacak yine...
antrenmanlıyım..
hazırım....