14 Eylül 2007 Cuma

poli-tika

siyahtan
griye
griden
beyaza
beyazdan
tozpembeye
tozpembeden
kankırmızıya
kankırmızıdan
bordoya
bordodan
siyaha dönüşüne bayılıyorum...



haksız mıyım sevdiceğim...?

haklısın; ...............

10 Eylül 2007 Pazartesi

taksiiii..!

bekle...
pabuçlarımı giydim geliyorum.

haaay aksiiii...
anahtarımı bulamıyorum...

kör şeytan.
başım ağrıyor zaten..

zaten bir tek seni sevdim..
emin ol.

anahtarım nerde ?

17 Temmuz 2007 Salı

pedikürcü kız ile berberin çırağı..



^ farkındaysan kapıdaki asma 1 karıştı, uzadı boyu karış karış..
* farkındayım ya, çok kısa sürede koruk da vermeye başladı..
^ hadi o zaman…!
* biraz daha bekleyeceğiz, olgunlaşsın azıcık, koruk iken toplarsak pek de işe yaramaz..
^ koruk suyu da güzel olur ama ? yaz günü bol buzlu , serin serin..
* sabırlar ziyan olur..
^ ne olacak bu üzümler peki sonra ?..
* adliyenin önünde simit satan çocuk var, çinko tepsiye koyup simitin yanında satacak..

* bu küflü kırıntılara ne diyorsun peki ?
^ tüyü bitmemişken rokforla beslemişler onu, küflü kırıntıyı da sever, ver ….

12 Temmuz 2007 Perşembe

case...




* vaka nedir hocam?

~ beyin ishali...!

* nasıl olmuş?

~ araştırılıyor...


dağılın artık...,

11 Temmuz 2007 Çarşamba

orda bir köy var uzakta...

@bu bahar hiç leylek görmedim ben...
& senin leyleğin benim, yol göründü; gidiyoruz..
***********************************************
Ankara'dan yola çıkıp Mengen'e vardığımızda öğlen olmuştu..
Mengen'in mantısı meşhur-muş ...
yaz günü, sıcak mıcak demeden kaşıkladık..
üzerine mis gibi demlenmiş 2 bardak çay...
su almak için içeri girdiğimizde, tombulbakkalhanımteyze bizi baştanayağa süzdükten sonra sadece bozuk paralarımızı değil, çaktırmadan ifademizi de aldı...
çarşı, partilerin bayraklarıyla donanmış bayram yeri gibiydi...
görüntüyle tezat, insanlar gayet sakindi...kısa bir çarşı turu yaptıktan sonra yolumuza kaldığımız yerden devam ettik..
yol ayrımında, toprağa saplanmış eski ahşap levha, soluk yazısıyla gideceğimiz yönü işaret ediyordu bize;
burdan buyrun>Şirinyazı(Bürnük)göleti..
sapaktan toprak yola girip, köyü sağımızda geride bırakarak rampayı usul usul tırmanmaya başladık..tırmandıkça, köyün manzarası gittikçe ufalmaktaydı..
dönüşte köye uğramaya ve bulabilirsek tavsiye ettikleri taze teker peynirinden almaya karar verdik..

yaklaşık 10 dk.sonra tepedeki Konak'a vardığımızda manzara tam da böyleydi..
fazla söze hacet yok..!
Ormancıların işletmesinde olan aşı boyalı Konak 7 odalı, arazinin yegane konaklama yeri ve etrafı dikenli teller ile çevrilmiş, bahçesinde tahta masaları, mangal yapmak için bir de kamelyesi var..
yeşile bürünmüş dağların arasından köyün puslu silüetini görebiliyorduk, göl kıyısına inmek için sabırsızdık..
yol yorgunuyuz demeden bayıraşağı yaklaşık 20 dk.süren yürüşle düzlüğe indik..
muhtemel, köyün lezzetli peynirlerinin yapıldığı sütleri veren inekler otlandıkları çimenlerden başlarını kısa bir süreliğine kaldırıp kayıtsızca baktılar bize sonra devam ettiler asli görevlerine...
içlerinde kayıtsız olmayan biri vardı; oturduğu yerden pür dikkat her hareketimizi gözleyen çoban köpeği.. haylaz kucağa alındı bu sırada, olası bir hır çıkmasını önlemek amacıyla.. selam verip usulca geçtik yanlarından..
maksadımız, biran önce uzaktan bizi çağıran göle ulaşmak, elimizi ayağımızı suya sokup tanışmaktı....


göl diyorum ama aslında gölet..
araziyi herhengi bir olası yangın ihtimale karşı korumak amacıyla planlamışlar, sonradan balıklandırmışlar...

gölet sapağına dikilmiş tabelada "avlanmak yasaktır" deniyordu ama arabasını kenara çekmiş, birasını açmış, oltasını da atmış amatör bir balıkçı gördük...
su soğuktu ve rüzgar içimize işliyordu...şehir kavrulurken burada soğuktan titriyor olmak şaka gibiydi. sırt çantalarına atılan ince kazaklar giyildi..
gölün çevresi yürüyüş için mükemmeldi...göl kenarına günübirlik ziyaretçiler için tahta masalar ve kamelyalar yerleştirilmiş...yer yer sönmüş kül yığınlarına rastladık çimenler üzerinde .. kıyıda beyaz prefabrik küçük bir yapı vardı, gidip baktığımızda içinde suyu akan seyyar bir tuvalet olduğunu gördük..


göle yüzümüzü döndüğümüzde karşımızda Konak, iki dağ yamacının arasında ufacık kalmış, beyaz bir nokta şeklindeydi...
güneş dağların ardına yavaş yavaş çekilmeye başlarken dönüşe geçtik..
temiz hava acıktırmıştı nede olsa ...
konağa yaklaşırken tüten dumanlardan sofranın kurulmaya başlağını anladık...
mangal yakılmış, köfteler, közde domates-biberler pişirilmeye başlamış, karpuzlar kesilmişti ...
çocuklar gibi şen; geçtik masaya....
şarkılar, türküler, çın çın,çin çin her şey sağlığa, güzelliğe, dostluğa...
artan serinliğe karşı birer kat daha giyildi çantalarda ne varsa...

burada sabahları şakıyan bülbüllere vokal yapan cıvıldak kuş sesleri ile uyanıyorsunuz,
tepede ışıldayan binlerce ampullü devasa bir avize ise gecenize eşlik ederek sizi mest etmekte..
eve istakoz gibi yanmış yüzlerle döndük...
esas yanan gönüllerimizdi...
bir kez daha...
iyi ki varsın-ız...

27 Nisan 2007 Cuma

kedimbile...



hic bir seyden haberin yok senin; keyfin keyif hani...



yaa iste boyle kedi hanımcığım..
keske söylemeseydim; keyfin kaçtı senin de....

kale


kaleye çıktım; en tepeden bakmak istedim; en tepeye...
kara bulutlar kaplamıştı..
nereyi mi?
en tepeyi !

20 Nisan 2007 Cuma

seni bu halinle de seviyorum..


...............özgöregöregözgöregöregözgöregöregözgöregöregözg........

JETSET....

Otel -üç suitboru- ilk defa Temmuz 2005’te Tuna ırmağına manzaralı bir alanda kapılarını açmış. Sezon ekim ayında sona erince Tuna ırmağı kıyısındaki yeni yerlerine -Ottensheim’a- taşınmış. 2007 sezonu için Maribor/Slovenya bölgesi planlanmaktaymış ve 2009 için genişletme isteği sürmekteymiş.

Suitboruların iç çapı 2 metre - uzunluğu 2,5 metre - ağırlığı ise yaklaşık 9 tonmuş. Bu nedenle sabitlemeye gerek yokmuş, sadece çevresindeki çimenlik alanı düzenlemek yetiyormuş.

Suitlerin kapısı 50 cm çapında, elektronik sayı koduyla çalışan kilit sistemiyle donatılmış, bu kod yalnızca reservasyonun yapılmış olduğu tarih aralığında geçerliymiş. İçeriden açılıp kapanabilen kapı ve havalandırma sistemi yeterli miktarda günışığının içeriye girmesini ve taze hava giriş çıkışını sağlıyormuş.

Yatma alanı 140 cm genişliğinde -hijyenik olsun diye soğuk köpükten tasarlanmış-, 220 V’luk bir priz sayesinde elektronik aletleri kullanmak ya da şarj etmek de mümkünmüş.
Suitborularda konaklama ücreti “pay as you wish” kuralına dayalıymış. Yani konaklayan uygun bulduğu miktarı ücret olarak bırakıyormuş.
Rezervasyon internet üzerinden yapılıyor ve en fazla 3 gün kalınabiliyormuş..
İlginç bir deneyim olmalı...

15 Nisan 2007 Pazar

fantezi..


sabah yediotuz, inceden bir tipi var Ankara sabahında...

birkaç gündür devam eden ayazın nedeni buymuş demek.

nisan ayında, pencereden tipi halinde yağan karı, fonda uğuldayan rüzgar eşliğinde seyrederek sabah kahvaltısını yapmak nasıl bir duygudur; şükür ki artık bunu biliyorum..

daha bitmedi; saat onbeşkırkbeş ve sabahkine göre daha iştahlı ve telaşlı yağıyor kar, zannedersin ki çok acelesi varmış da geç kalmış ...


koskoca kış boyunca böylesine coşkulu yağmayışının ardından senden umudumuzu kestik artık diyenlere geç de olsa buradayım, varım, böyle estirir, böyle de savurturum der gibi...

yalnız pembeye beyaza bürünmüş, en güzel elbiselerini giyerek beklemeye durmuş ağaçlardan biri çıkıp özür dilemeli..

neye uğradıklarını şaşırdılar da....

bu satırları yazarken tipi dindi ve yaz sıcaklarını çağrıştıran sımsıcak bir güneş çıktı bulutların arkasından, ama ısıtmıyor....

garip şeyler oluyor buralarda....

14 Nisan 2007 Cumartesi

12 Nisan 2007 Perşembe

zarf & mazruf

Henüz tanışmadıkları ama göz aşinalığı olduğu dönemlerde O'nun oldukça hoş, zarif, narin, nazik, canlı, konuşkan, kendini seven, uyumlu ve uysal biri olduğunu düşünürdü ve beğenirdi, hatta takdir ederdi.
Sadece kendisinin değil çoğunluğun da fikri, görüşü böyleydi ve O bulunduğu toplum içinde popüler biriydi..
Gelgelelim zaman içinde kendiliğinden gelişen yakınlaşmadan ve aralarında güven duygusunun oluşmasından sonra O'nun kendisine açılması, kendisini ve yaşadıklarını anlatmasıyla birlikte aslında onun ne kadar dikbaşlı, ısrarcı, gözükara, dobra, hesapçı, plancı, eğer isterse çok yardımsever ama istemezse bir o kadar bencil (garip bir çelişki ama aynen böyle), merhametsiz hatta hain biri olduğunu sezmişti.
Zaten kendisi de böyle olduğunu aralarında geçen konuşmalarda yeri geldikçe vurguluyor, üstelik bu özelliklerinden ötürü içten içe garip bir şekilde övünç duyuyordu.
Büyük ihtimalle güvenden kaynaklanan bir duyguyla kendini tamamen açtığı, serbest bıraktığı o küçük grup içinde, olaylar karşısında gösterdiği tepkilerden, paylaşımlarında övünçle bahsettiği kendisinin ta kendisi olduğunu, dışarıdan bakıldığında görünenlerin ise bir yanılsama olduğunu anlamak zor olmamıştı.
Bu yanılgıyı o hafta sonunda bir kez yaşayacak ve bir kez daha şaşacaktı...
O, kalabalık bir grubu ev sahibi olarak başrolde ağırlayacaktı. Gelenlerin hepsini tanıyordu hatta bazılarıyla samimi sayılırdı.
Davet edilenlerin gelmesiyle birlikte ortam sıcaklaşmış, konuşmalar, kahkahalar birbirine karışmış, küçük küçük gruplaşmalar oluşmuştu.. Ev sahibi ise o dikbaşlı, ısrarcı, dobra, hesapçı, plancı, bencil, ve dahi hain haline tezat oluşturacak şekilde gayet zarif, gayet hoş ve nazik tavırlarıyla herkes ile ayrı ayrı ilgileniyor, şevkatli bir yakınlık gösteriyor, ak diyene ak, kara diyene de kara diyerek onay veriyor, uysal ve uyumlu bir tutum sergiliyordu. Bir yandan da yerinde durmaksızın oradan oraya gidip gelerek misafirlerine saygıda ve sevgide, ikramda ve hizmette kusur edilmemesine çabalıyordu.
Zaman zaman gözgöze geldiklerinde onun aklından geçenleri çok iyi anlıyor ama evsahibi rolündeki başarısını ayakta alkışlıyordu.
davet oldukça hoş, hatta eğlenceli geçmişti...

- o sen miydin sahiden?
* hayır, tabii ki değildim, hatta sinir oldum kendime...

O, yelpazedeki renklerden sadece biriydi...
emin olduğu şuydu ; hiçbir şey nedensiz değildi...

10 Nisan 2007 Salı

yaratık...

"Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor; sinemadançıkmışinsan. gördüğü film ona bir şeyler yapmış. salt çıkarını düşünen kişi değil. insanlarla barışık. onun büyük işler yapacağı umulur. ama beş-on dakikada ölüyor. ."

böyle diyor yazar, kitabında.
aradan çok yıllar geçmiş geçmesine ama bu tırnakiçiparagraf hala geçerli...
satırlar arasından kalemimle ok çıkararak tırnakiçiparagraftakiyaratık'lara bir kaç tane de ben ekledim; dostlarıylabirlikteçakırkeyifbirakşamgeçirmişinsan, sevgilisiylekavgaedipbarışmışinsan, saçınınrenginivemodelinideğiştirmişinsan, tatilegidipdönmüşinsan, uzunzamandıraradığıbirkitabıkitapçınınrafındabulaninsan...
gider bu böyle...
yaratık aynı, oluşum nedeni ise farklı...

yazarın tespiti doğru; O'nun büyük işler yapacağı umuluyor ama, O beş-on dakika sonra ölüyor.
peki ölmemesi için yada daha uzun süreli yaşaması için birşeyler yapmak mümkün değil mi?
hayır, değil...
ben de gözlüyorum; duygular sanki dolunayın etkisindeki suların med-cezir hali gibi..bir bakıyorsun mutluluktan gökyüzünde uçacak hale geldiğini sözleriyle yada kelimeleriyle dostun düşmanın yüzüne haykıranlar -beş on dakika sonra olmasa bile- kısa bir süre sonra bu kez de yedi kat yerin dibinde kahırdan kederden boğulduğunu haykırabiliyorlar....
arkadaş, sen değilmiydin üç gün önce gökyüzüne kanatlanıp uçan, ne oldu, nasıl oldu da bu kadar kısa zamanda bu hallere düştün...?
üzücü ve düşündürücü bir durum tabii....
yazar bu duruma, yani sinemadançıkmışinsan yaratığının uzun süre hayatta kalamayıp ölüp gitmesine buraya kadar bir çare bulmuş değil.. (belki sonunda bir çare buluyor olabilir; kitap henüz bitmedi.. )
ama bu yaratıklardan nasıl çoğaltılır buna bir formül geliştirmiş hayalinde.
o da şöyle;
sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleri..
Bunları kurtarmanın yolunu biliyorum; kocaman sinemalar yapmalı, bütün dünyada yaşayanların tümünü sokmalı bunlara, iyi bir film görsünler, sokağa hep birden çıksınlar..

24 Mart 2007 Cumartesi

resimsiz

allahım; yarattın, bari takip et....!

12 Mart 2007 Pazartesi

mahrem

günebakanın sevdası büyüktü güneşe,
güneş ise bu durumdan rahatsız...
vazgeçmedi bu sevdadan günebakan, yüzünü döndü hep güneşe,
sonunda gazaba geldi güneş ve kavuruverdi acımadan...

televizyonda izlediği acıklı aşk hikayesine ağlıyordu kadın,
aynı zamanda kucağındaki çanaktan çekirdek çitlerken...

11 Mart 2007 Pazar

altın semer...

günebakan kristal vazoda suya konulmaz....
kristale yazıktır.!

10 Mart 2007 Cumartesi

aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın..

gözlüğünün kavanoz dipli camlarını pamukla kaplamıştı,
sadece kulaklarıyla görüyordu, duyduklarıyla...
hem de nasıl ; acınacak haldeydi..
ya öbürüne ne demeliydi; hiç, hiç bir şey...
sözlere yazıktı....
vara yoğa yarcamamak gerekti..
kalsın!

12 Şubat 2007 Pazartesi

kırmızı kuşak....

genç, güzel, işveli sunucu şakıyarak soruyor;
son dönemde hangi modeller revaçta?
genç, şöyle böyle, edalı modacı cevaplıyor;
son dönemde hamile gelinliği revaçta..
genç, güzel, işveli sunucu şaşırarak soruyor;
aa o nasıl oluyor öyle, talep mi var da...?
genç, şöyle böyle, edalı modacı pişkince cevaplıyor;
tabikide (!), talep üzerine başladık, gayet de iyi gidiyor..
son soru; 2007 hedefleriniz ?
son cevap; bahar ve yaz aylarına doğru taleplerde artış beklemekteyiz, özellikle hamile gelinliklerinde..
zavallı seyirci; !!!!!

başın sonu...

zaman tünelinden geçtim, yıllar öncesine döndüm...
karlı, ayazlı bir hava ama gökyüzü tertemiz,
yorgun, mahzun, ve çekingen yüzler; sessiz ve sakinler..
hepsi birbirine tanıdık, hepsi birbirine bildik...
içlerinde bir bayan ben..
yer gösterdiler; buyur, otur...
onlara göre yabancıyım, bana göre misafir...
şimdilik misafiriz; ama aslında ev sahibi...

17 Ocak 2007 Çarşamba

inecek var...!

yapmam gerekenleri zamanında yapmayıp sona saklamayı sonra da zaman kalmadı diyerek kıvranmayı ama eninde sonunda ne yapılacaksa yaparak güne yada saate yetiştirmeyi başarıyorum. bu durum alışkanlık haline gelmeye başladığında rahatsızlanmaya başladım çünkü iş bittiğinde ben de yorgunluktan bitmiş oluyordum. Zaman içinde bu durum bir oyun haline almaya başladı; telaş içinde kalan süre içinde iş bitirmeye çalışmak adeta kendimle yarışa dönüşür oldu. Süre ne kadar az kaldıysa ben o kadar iyi performans göstermeye başlar oldum, sonraları performansımı sınamak adına çalışmak için ayırdığım süreyi giderek kısaltmaya başladım, ama bir an geldi ki bu durum iş ile ilgili konuların dışına da taşmaya başladı.
Şu yaşıma kadar hiç hatırlamam ki seyahate çıkmadan önce valizim yada çantam bir gün önceden yada bilemedin akşamdan sabah için hazırlanmış olsun. Her zaman yola çıkmadan 2-3 saat kala hazırlardım eşyamı. Ama şu son seyahatimde son yarım saat kala çantamı toplayıp evden kendimi dışarıya atmam bir oldu, az daha yolda kalıyordum. Geçen cuma akşamı iş çıkışı birşeyler atıştırmak için oturduğumuz yerde rehavete ve sohbete kapılıp sinema saatini unuttuğumuzda "yetişiriz canım" diyerek zamana karşı yarışma oyununu başlatmam, sonrasında akşam ayazında koşturmaktan nefessiz kalmış bir halde seyircileri rahatsız etmemeye çalışarak usulca yerlerimize yerleşmemiz, perdedeki reklamın cıngıl müziği ile nefesimin normale dönmesi için arkama yaslanarak gözlerimi kapamam sürat konusunda epeyce ilerlediğimi kendime kanıtlamama yetti de arttı bile..
şu an saat geceyarısnı 2.5 geçiyor ve ben hala yazmam gereken yazıyı bekletiyorum bir bardak zencefilli limonlu çay eşliğinde...
biri bana dur demeli....

14 Ocak 2007 Pazar

sevim ve patik...

sevimsiz ve antipatik olduğu artık tescillenmiş sevimsiz ve antipatik birinin, şunu bunu ve onu sevimsiz ve antipatik bulması kadar sevimsiz ve antipatik bir durum olamaz bence...
demezler mi dön de bir aynaya bak...
diyebilirler de, o aynalarla barışık zaten ama aynaları bilemeyiz tabii....

zorbey ile ruhi bey

iki kardeş;
gecen sene bu zamanlarda ege'den, mis kokulu çam ormanlarından, çiseleyen yağmur altında yapılan bir yürüyüş sonrasında, yol kenarından kuru bir dal parçası marifetiyle usulca sökülüp, sarıp sarmalanarak getirilmiş, yeni mekanlarına yerleştirilmişlerdi...
lakin; ya iklim dokunduğundan, ya yer değişikliği için mevsim uygun olmadığından, yada yeşile, maviye, börtüye, böceğe duydukları hasretten bizimkiler gözümüzün içine baka baka günden güne sararıp solmuşlardı....
ne yaptıysak olmamıştı; üzülmüş üstüne de pişman olmuştuk...
üzerinden bir bahar, bir yaz, bir sonbahar, yarım kış geçti...

dün sabah hiç aklımda yokken, "boş saksın varsa bunları sana getirdim" diyerek elime tutuşturulan bir çift budanmış begonya dalını "bu mevsimde tutar mı ki ?" düşüncesini savuşturarak suya koydum.
ruhi bey ile zorbey'den kalan kapları yeni gelen misafirler için hazırlamaya gittiğimde hayretler içinde bırakan bir durumla karşılaştım;
zorbey ve ruhi bey saksıları içinde bir parmak boyunda uzamışlar üstelik de gözalıcı bir yeşile bürünmüşlerdi....
oysa ki o saksılara aylarca bir damla su bile verilmemişti...

mucizelere inanmam; olsa olsa azmin gücüdür bu.......

10 Ocak 2007 Çarşamba

sahi tortu ne renk olur?

bir elinde omuzuna taktığı evrak çantası diğer elinde koca bir süt bardağı ile sağ ön kapıyı açıvermişti, arabanın içinde aşağıya inmesini ve yanımdaki koltuğa oturmasını sabah mahmurluğu içinde beklerken...
bu ne demiştim şaşkınlıkla, bardağın ağzına toz kaçmasın diye takılmış kağıttan şapkaya bakarak, şaşkınlık bardağın şapkasına değildi, bizzat bardağa ve içindekineydi...
sen şimdi sabah kahvaltısını yapmadan fırlamışssındır evden diyerek bardağı elime tutuşturuvermişti oturur oturmaz....
süt ılıktı üstelik bal ile tatlandırılmıştı...
bir erkekten beklenmesi lüks sayılabilecek incelikteydi...
nerden aklıma geldi şimdi...

kalkıp süt ılıştırayım kedi hanımıma, içine de az şeker....
bu gece uzun olacak; çalışmam lazım kaç gündür süren rehavetten sonra....
kapıyı aralasam bütün yumurtalar kırılacak...
şöyle bol peynirli bir omlet olsaydı yanında çayla....
hadiiiiiiiiiii...........

yok sensiz olmaz...

kedi hanım-hanım kedi

şimşek grisi

tesekkurler 2006; geçmişte bıraktıkların ve geleceğe taşıdıkların için.
seni unutmayacağım..