2 Ekim 2005 Pazar

bu akşam yağmur var Ankara'da.....

galiba kış başladı artık buralarda...
dışarısı öyle soğuk, öyle puslu, öyle rüzgarlı ki sorma gitsin...
bu gün kışlık pofuduk terliklerimi çıkarıp giydim ayağıma..
pötikare diz üstü batteniyem de kanapenin kolçağındaki yerini aldı....
gün boyunca içtiğim çay, ıhlamur, sütlü kahve bile geçiremedi içimin ürpetisini, ayaklarım buz gibi..termoforu dolduracaktım ama bu kadar da abartma dedim kendime...
canım evden çıkmak istemedi..zaten çıksam da yine başka bir kapalı mekana girmek içimden gelmedi...

evim evim güzel evim....
kedi hanım henüz havaların soğuduğunun farkında değil...
bu kış onun ilk kışı olacak...
ama üşümesine fırsat kalmadan kaloriferler de yanmış olur zaten....
sütlü mısıra bayılmıştı, kestane kebabını da sevecek mi merak ediyorum...

dün ise yazdan kalma bir gündü..
bu fırsatı değerlendirip geçen haftanın yorgunluğu atmak biraz da hava almak için cumartesi gününü Beypazarı'nda geçirdik.
her seferinde burasını biraz daha gelişmiş ve serpilmiş buluyoruz..başkan bey iyi çalışıyor besbelli....
öğle yemeğinden sonra taş mektebin önünde uzanan yolda kurulan tezgahları, genç-yaşlı güleryüzlü satıcı kadınları, sattıklarını, satışlarını keyifle izledik...her birinden ufak tefek bir şeyler almayı ihmal etmedik...ev tarhanamız, ev eriştemiz, kuru nanemiz hazır kış için.... havuç suyu standı kurulmuştu, başında yaşlı tonton bir amca....uğramadan geçmedik....mis gibiydi..
yöresel dokumalardan satın aldık yine....ama bu gidişimizde fazla çeşit yoktu..bir durgunluk sezdik..fırsat bulup soramadık..o küçücük dükkanda müşteri çoktu ve dokuma tezgahlarının başında yıllarını geçirmiş olan yaşlı teyzeye ve amcaya göz açtırmıyordu...
yine de ayaküstü sohbet sırasında yeni bir şey daha öğrendik...otellerde yeni trend havlu yerine rengarenk yüzdeyüz pamuklu dokumaları peştamal gibi kullanmakmış ve bu dokumalara çok talep varmış...fikir çok hoşuma gitti...çünkü havlu her zaman için seyahatlerde çok yer kaplayan bir şey..
Beypazarı'nda bir resim öğretmeni ile tanıştık...her biri tablo gibi rengarenk, cıvıl cıvıl cam üzerine yağlı boya kolyeler yapmış satıyordu...her biri ayrı güzeldi...biri diğerine benzemiyordu...çok hoşumuza gitti...tezgah üzerine özenle dizmiş olduğu onca çeşidin arasından ben onun boynundakini beğendim...çıkarıp verdi...gülerek siz ilk değilsiniz dedi...parasını ödedik..bu kez tezgahtan başka birini seçerek boynuna taktı...bu kez de onu çok beğendim..ama değiştirmedim..sonradan işin sırrının öğretmenimin kar gibi beyaz penye bluzunda olduğunu anladım...beyaz zemin üzerinde hepsi harika görünecekti elbette....
gümüşçüler çarşısına doğru ilerlerken Beypazarı kurusu satan fırına rakip yeni fırınlar açılmış olduğunu gördük..ellerindeki tabaklara dizdikleri kuruları yoldan geçenlere ikram ediyorlardı...biz yine bildiğimizden şaşmadık her zamanki yerden aldık...cevizli sucukçu yine rakipsizdi..hem nitelik hem nicelik bakımından....leblebinin pekmezlisini yapmışlar...çok güzeldi...tatlı tatlı hoşumuza gitti....
gümüşçüler çarşısına ulaştığımızda enerjimiz hala tükenmemişti..aksine vitrinlerin karşısında adeta şarj edilmiş gibi olduk....her zamanki gibi kesemize ve zevkimize uygun bir kaç parça seçip satın aldık ve çoook mutlu olduk....erkek olarak dünyaya gelmediğimiz için şükrettik...erkek olsaydık herhalde çok kıskanırdık....!
akşam eve döndüğümde haftanın yorgunluğu uçup gitmiş yerini farklı bir yorgunluğa bırakmıştı.
hafif bir şeyler yedikten sonra beypazarı kurusuna eşlik eden mis gibi demli çay günün sonunda keyfimi perçinledi adeta....
şimdi de dizlerime battaniyemi, elime çayımı ve kitabımı alıp keyfi sürmenin zamanıdır artık...
mutfağa geçip demleyeyim...
hava soğuk...dışarıda inceden yağan yağmur var...

yarın da yoğun bir haftaya başlanacak yine...
antrenmanlıyım..
hazırım....

Hiç yorum yok: