17 Aralık 2005 Cumartesi

cumadan kalan..

biletlerimizi öğle üzeri almıştık,
yedi onbeş matinesi,
babam ve oğlum için.
akşam iş çıkışında fırtınayla karışık yağmur karşıladı bizi,
yemekler hazır bekliyorum çağrısıyla soluğu sıcacık bir sofrada aldık.
hamarat eller kısa süre içinde anne gibi doyurdu,
günün kahramanı oydu.
biz şimdi bu kadar yemekten sonra ya rehavete kapılıp uyuklarsak dedik,
bir şey olmaz,
sodalar burda işte deyip üzerine kahvelerimizi de pişirdi.
yedik, içtik, kahramanımızı da alıp gecikiyoruz telaşıyla,
kendimizi dışarıya attık.
yetiştik.
izledik; beğendik.
senaryodan çok oyuncular iyi geldi bize.
özellikle bazı sahnelerde, türkçe dublajlı bir fellini filmi izliyormuşuz duygusuna kapıldık.
söylemeden edemeyeceğim; bir dönemin muhasebesinin,
rakı sofrasında iki dakikaya ve bir cümleye sığdırılmasını yadırgadık.
aynı şekilde doğuma beş kala alkollü gezen baba adayını ve koca apartmanda bir allahın kulunun komşu-luk sıfatıyla ki o yıllarda böyle bir kavram vardı yardıma koşmayışını.
cenaze sahnesindeki beyazgül'ün kıvrak zekasına diyecek yoktu.
dedenin gizli hazine odasında yaratığa et yedirme sahnesinde yüzük kardeşliğine gönderme mi vardı?
çocukların bilincaltına yerleşen soyut imgeler dolayısıyla falan.
film bittiğinde perdede yazılar kayarken,
kulağımızda -sözlerini senarist yazmış- harika bir ezgiyle salondan ayrıldık.
çıkışta yağmur çiseliyordu,
şemsiye açmadık.
azıcık ıslandık.
iyi geldi.

Hiç yorum yok: