31 Ocak 2006 Salı

dedi.....

tesadüf diye bir şey yoktur...
kesinlikle bir nedeni ya da bildiği vardır..
olması gerekiyordur,
olmuştur,
oluyordur,
olacaktır,
.

30 Ocak 2006 Pazartesi

surprise.....

jüyuuww

my sweet angel..,


29 Ocak 2006 Pazar

bluejeanli ve spor ayakkabılı genç...

Seneler önceydi, ama çok da eski değil.
Küçük yeteneğin büyüdüğü, yurtdışında yaşayan ünlü bir sanatçı olduğu, dünyanın bir çok ülkesinde konserler verdiği yazılıp çizilmekteydi.
Burada da adı yeni yeni duyulmaya başlamıştı, ama henüz izlenmemişti.
Nihayet Ankara’ya da konser için gelecekti.
Biletleri ben alacaktım; kitabevinde kalmamıştı, mecburen Selim Sırrı Tarcan’ın mahallesine gitmek gerekti.
Vişneli dondurma rengindeki tarihi binanın merdivenlerinden çıkarken biletler bitmemiş olsun diye dua etmekteydim.

İçeri girdiğimde, gişe görevlisi yerindeydi, koyu renkli takım elbisesi ve beyaz gömleğiyle her zamanki gibi şıktı ve gişenin önüne sandalye koyup oturmuş, elindeki gazoz şişesini elleri arasında ileri geri yuvarlamakta olan bluejeanli, spor ayakkabılı tıfıl bir gençle sohbet etmekteydi.
"cuma akşamı için bilet alacaktım" dedim, biraz ümitsizce..
“maalesef” dedi, “yer kalmadı”.
“hiç mi yok” demedim, karşımdakinin canını sıkmamak için.
“hay allah ” dedim , “ne yapabiliriz? çok istiyoruz izlemeyi”
“sinevizyondan verilecek, lobiden izleyebilirsiniz” dedi gişedeki adam.
“öyle de olmaz ki " dedim, “tv den izliyor gibi, hem de iki adım ötedeyken”.
“yapacak bir şey yok” dedi adam, “üzgünüm, böyle..”
“tüh” dedim, “demek öyle”.
Tam dönüp gidecekken sandalye de oturan tıfıl çocuk söze girdi ve o sihirli cümleyi söyledi;
“hiç mi yok abi”,
bir ümitle baktım adamın yüzüne ; başını sallayarak “yok” dedi.
“sen bir daha bak oralara abi, vardır belki,
kaç kişi olacak? ” dedi çocuk,
“iki” dedim parmaklarımla göstererek “sadece 2 ”,
"bir dakika" dedi adam, tekrar baktı,
“kenardan iki yer verebilirim”dedi.
“tamam” dedim sevinçle, “alıyorum”.
merdivenleri ikişer ikişer inerek telefon açtım; biletler hazır, cumaya hazır ol.
Cuma akşamı konser için gelenler arasında göz aşinalığı olanlar birbirleriyle selamlaştı. Gençler, yaşlılar, orta yaşlılar kısaca bu müziği seven sadık seyirci, bu kez daha bir heyecanlı, oradaydı.
Konser başlamadan herkes salondaki yerini aldı, maestronun komutuyla orkestra seyircisini selamladı, bir alkış tufanı koptu.
ve solist sahnede yerini aldı; siyah smokini içinde, ufak tefek, esmer ve uzun saçlıydı. reverans yapıp seyircisini selamladı sonra salona uzunca bir baktı…tekrar eğilip selamladı, sahnedeki yerini aldı; ve konser başladı.
gişenin önünde oturan ve gazoz şişesiyle oynayan jean pantolonlu, spor ayakkabılı çocuk sahnede koskocamanlaşmıştı,
salondekiler de bu müzik ziyafetiyle mest olmuşlardı.
Konser sona erdiğinde sahneden ayrılabilmek için 2-3 kez bis yaptı ve dakikalarca ayakta alkışlandı, muhteşem bir gece olmuştu.
Sonrasında konserler birbirini izledi...
O, artık sadece yurtdışında değil bizde de tanınıyordu, çok ünlü olmuştu; sansasyonlarıyla değil yeteneğiyle ünlüydü ve görünen o ki çok da alçakgönüllüydü.
Geçtiğimiz gün bir tv programda izledim kendisini ; o tıfıl görüntüsü yoktu artık. Bunlar benim çocuklarım dediği, kendisi gibi yetenekli öğrencileri vardı.
“bu çocuklara iyi bakın, takip edin, çok çok iyiler ve tek sorunları ne biliyor musun ?” dedi röportajcıya;
“bu çocuklar, çok iyi oldukları için,

bu topluma hızla yabancılaşıyorlar,
işte bunun da çaresi yok” dedi.
Program bittikten sonra düşündüm son söylediklerini..
çok iyi olmak adına çabalayanlar için;

çok çok iyi olmak, çok da iyi bir şey değildi...
ne yazık ki...


28 Ocak 2006 Cumartesi

bu gün itibariyle..















inandım,

ve üzerime düşeni yaptım..

sonra,

bir parça çikolata ve yanında sade kahve ile kutladım,

sessizce.

şükrettim,

bir kez daha,

sahip olduğum her şey için.

27 Ocak 2006 Cuma

mudur?



uzaklarda cok uzaklarda ,
küçük bir arkadaşım var benim,
sağlıkta mıdır,
mutlu ve huzurlu mudur?
yeni düşler kuruyor mudur?
tatili uzayınca mutlu olmuş mudur?
barışı dileyen çocuk,
bak, bu gün yine aklımdaydın..

kutlu cuma...

bu gün göle ilk maya çalındı,
hepimiz elimizde bir kaşık,

destek için,
sıradayız.
kocaman ama kopkocaman bir kazan dolusu yoğurt için..
ama sadece birimiz için.
bence tutacak..
nasreddin hoca yaşasaydı,
ilk mayayı o çalacaktı..
















Dikilir kopru uzerine,
Keyifle seyrederim hepinizi.
Kiminiz kurek ceker, siya siya;
Kiminiz midye cikarir dubalardan;
Kiminiz dumen tutar mavnalarda;
Kiminiz cimacidir halat basinda;
Kiminiz kustur, ucar, sairane;
Kiminiz baliktir, piril piril;
Kiminiz vapur, kiminiz samandira;
Kiminiz bulut, havalarda;
Kiminiz catanadir, kirdigi gibi bacayi,
Sip diye gecer Kopru'nun altindan;
Kiminiz duduktur, oter;
Kiminiz dumandir, tuter;
Ama hepiniz, hepiniz...
Hepiniz gecim derdinde.
Bir ben miyim keyif ehli icinizde?
Bakmayin, gun olur, ben de
Bir siir soylerim belki sizlere dair;
Elime uc bes kurus gecer;
Karnim doyar benim de.

26 Ocak 2006 Perşembe

bazen..

yarım bakınca,
yarım görüyoruz,
yarım dinleyince,
yarım anlıyoruz,
yarım okuyunca,
yarım yorumluyoruz
sonuçta;
yanlış anlıyoruz,
ya da
yanlış anlaşılıyoruz.
hatta
incinip,
incitip
kırabiliyor,
kırılabiliyoruz.

samimiyet

"falanca bankası" , şubesinin önüne asmış olduğu bez pankarttan vatandaşa şöyle sesleniyordu;
"iyi bir emeklilik için şubemize bekliyoruz"
imza "falanca bankasının filanca sigortası"
iki gün önce, akşam haberlerine çıkan falanca bankasının önünde, işini gördürebilmek için o yaşta ve o soğukta sıra olmuş çile çeken emeklilerin görüntüleri gözümün önüne geldi de..
ben olsam şöyle yazardım-yazdırırdım;
"emeklilik eziyetinizi bizimle birlikte yaşayın..
çilenize ortak olalım"
çok daha içten ve samimi bir yaklaşım olurdu..

25 Ocak 2006 Çarşamba

hımmmppttt-çok yaşa..

kedi hanımım uzun bir seyahatin ardından nihayet yuvasına döndü.
bu arada ona ne kadar alıştığımızı anlamış olduk.
bizimle seyahate çıkması fikri akılda yokken ve bakımı ile ilgili her şey planlanmışken yola çıkacağımız sabah, mahzunlaşan haline dayanamayarak kedi hanımımızı kumu, maması, mama ve su kabı, vitaminleri ve çoook sevdiği çıngıraklı pembe ve turuncu yumurtası ve bir adet taşıma kutusuyla yanımıza aldık.
şaşılacak şekilde, yolculuk sırasında hiç bir şeyi yadırgamadı, ki aşıya giderken taşıma kutusunda sıkılıp susmadan sürekli miyavlayan kedi hanımımız yol boyunca sesini bile çıkarmadı.ne oldu buna acaba diyerek kutusundan çıkartılıp kucağa alındığında biraz yolu, sağı-solu izledikten sonra uykuya daldı ve yolculuğun kalan kısmını kucakta uyuyarak tamamladı.
kedi hanımımım bu karda kışta ancak arabayla dönmesi mümkün olduğundan bir hafta daha gittiği yerde misafir olarak kaldı.
iki gün oldu; kavuştuk..
kapıdan içeri girdikten sonra kutusundan çıkarır çıkarmaz kucağıma bir atlayışı vardı ki can havliyle mi desem, özlemle mi desem..
ilk akşam keyifsiz ve mutsuz görünüyordu. dönüş yolunda biraz hava muhalefeti biraz da keyfi olarak kaldıkları otele kaçak olarak, valizin içinde alınmıştı.
odaya çıkınca yatakların altından çıkaramamışlardı.

odada yalnız kaldığı saatlerde ise sinirlenmiş biraz da korkmuş olmalı ki kumunu odanın her yanına saçmıştı.
çok haklıydı çok...
geldiği akşam sıcak ve bol köpüklü üç su yaptım kendisini, tüylerinin rengi kendine geldi.
ardından bir güzel kurutuldu.
üzerine bir fincan kakolu puding yedikten sonra, kendine gelebildi.
bu gün gayet iyi ama ara ara hapşırıyor,
su da sıcaktı ama,

üşüdü mü yoksa...?

22 Ocak 2006 Pazar

iki kardeşler

zorbey ile ruhi bey iyi değiller,
onca yol geldiler,
azıcık dinlenip yeni mekanlarına yerleştiler,
ama iyi değiller.
ya iklim dokundu,
ya yer değişikliği için mevsim uygunsuzdu ,
ya ormanı özlediler;yeşili, maviyi, börtüyü, böceği,toprağı, suyu,
ya nem az geldi,
ya su çok geldi,
ya üşüdüler,
ya sıcak geldi terlediler,
ya da yer dar geldi !
böyle...,
sararıyorlar,
ümidi kesmedik,
ne de olsa adaptasyon süresi denen bir şey var..
süre sonunda sevinemezsek, çok üzüleceğiz.
bu halleriyle resim gönderemedik,
düzelirlerse; söz.
çankaya'ya selam, ege'nin çam ormanlı dağlarından.
zorbey'in z sini çıkardık orbey yaptık..
belki işe yarar...?

21 Ocak 2006 Cumartesi

tesadüf-en

tesadüf,
hiç beklenmedik zamanda,
apansız,
çıkageldi.
önce şaşırttı,
sonra sevindirdi,

derken hüzün de koşarak geldi, çok uzaklardan.
duygular karıştı, kocaman bir yumak oldu.
rengarenk bir yumak.

geçmiş benzerdi.
gelecek benzemesindi.

20 Ocak 2006 Cuma


avucundan yem vererek onları besleyecek yaşlarda minik bir kız çocuğu, yolda annesinin elinden tutmuş giderken, yiyecek bir şeyler bulma umuduyla karlar içinde eşinen güvercinleri görünce, korku ile tiksinme arası bir ifadeyle yüzünü buruşturdu, değmesinler bana dercesine annesinin eline diğer eliyle de sarılıp, mantosuna yapışarak uzaklaştı.

mini mini kuşlar donmasın,
pencerelere konmasın,
onları içeri alacak çocuklar yok artık.

kızılay & redcross

sana,
bir avuç dolusu,
virgül getirdim.

ankara'da bu sabah

beyaza kesti her yer,
kesmese şaşardım zaten,
doğa-sı bu,
şakası yok!
ve nasıl da ciddi.
cipciddi.

üşüdüm ben, hem de çok..
içimdeki en ince teller bile titreşti..
yaz çocuğuyum ben,
kışın bir günahı yok...

19 Ocak 2006 Perşembe

izin..

mevsim-i şahane...

ben diyeyim kaval,
siz deyin ney..,
rüzgar, döktürüyor bu gece..
dışarıda şenlik var...

yaş beş...

* ne oynuyorsun?
+ araba yarışı, gelsene yanıma..
* aa çok hızlı gidiyor bu..şimdi çarp-a-cak.
+ hihooooyt, çarpıştık işte,
* bir daha deneyelim, hadi...
+tamam
* çok hızlı gidiyosun..
+hooooyt yine çarpıştık..
* bak, biraz daha yavaş sürersen kıvırabilirsin, yani tuşlara daha yavaş bassan diyorum.
+olmaz...!
* niye olmaz ?
+ oyunun adı hızlı araba sürebilir misin? yavaş süremeyiz de ondan..
* öyle mi ? peki..



& oğlum biraz sessiz olsan, bak rahatsız ediyorsun bizi,
+ sessiz olamam
& olursun, olman lazım, hem araba sürerken şoför şarkı söylemez öyle avaz avaz, dikkati dağılır sonra,
+ şoför şarkı söylemiyor ki...
& nasıl söylemiyor?, duyuyoruz işte....,

+ arabanın teybi o...!
* :))))))

& :)))))



good friends...


















Fürl & Krent & Brillon

18 Ocak 2006 Çarşamba

çok yaşa e mi...!

araba,
rampa,
bol viraj,
çıkış,
kısa - orta-uzun tur,
zaman ve zemine göre,
demli çay,
çam havası,
börtü-böcek,
uzaklarda mavilikler,
iniş,
bol viraj,
dikkat sincap çıkabilir !,
varış,
deliksiz bir uyku,
yeni güne uyanış.
böyle.
: )

çan çin çon...!

şaşırdık,
bakakaldık,
bayramlaşıp çıktık,
uzun bir süre sustuk, konuşmadık,
sonra kaldığımız yerden devam ettik,
yürüdük, uzaklaştık.
ege'nin güneyinde
turistik bir yörede,
bilmem kaç rakımlı bir dağ köyünde,
köyün kocaman gövdeli asırlık çınarlı meydanına bakan,
ıvırzıvırcı dükkanına,
ne var ne yok diye girdiğimizde,
çin malı porselen biblolar, zevksiz, berbat dokumalar, örtüler, incikler boncuklar ve bunun gibi daha bir sürü işe yaramaz, uyduruk çin malıyla karşılaştık.
şaştık kaldık,
buralara kadar nasıl ulaşabiliyorlardı ?
alan oluyor muydu ?

sormadık,
şapkamız olsa,
çıkartacaktık,
yoktu,
bayramlaşıp çıktık.
dışarıda çam kokulu dağ havası mis gibiydi,
derin nefesler aldık,
memleket havasını ciğerlerimize doldurduk.






haklısın ufaklık...!

17 Ocak 2006 Salı

zamanındalık...

güneş,
zamanı geldiğinde doğar,
çiçek,
zamanı geldiğinde açar,
kar,
zamanı geldiğinde yağar,
doğa tutarlıdır tabii,
bir o kadar da ciddi..
hiç güneşin 12 de doğduğu görülmüş müdür?
kış günü papatyaların açtığı,
ya da yaz günü karın yağdığı,
görülmüş müdür?
olmaz, asla olmaz..
doğa; tutarlıdır, bir o kadar da ciddi..

16 Ocak 2006 Pazartesi

bir zamanlar uçan, ama artık hep konan; robinson

robinson'la tanıştım..
ama entellektüel, muzır ve şakacı bir robinson.
ömrünün kalan zamanını doğada geçirmeye karar vermiş, satın aldığı koy'a yerleşmişti.
planını çizdiği ve içini ilkel bir şekilde döşediği evinde şarabını ve ekmeğini kendisi üretmekteydi.
peynirini ve elektriğini de öyle.
çok sevgili köpekleri vardı beslediği.
koruyan, kollayan ve ona can yoldaşlığı yapan.
koyun-un efendisiydi.
eşi, hayat arkadaşı, sevdiği ondan yaşça çok daha gençti ama ruhça değildi.
o, yaşadığı maceradan ne kadar haz alıyorsa, sevdiği o kadar zorlanıyor, sıkılıyordu.
gözleri maviydi, masmavi...
artık dönmeliyiz, tam 22 yıl oldu ve bu kadarı yeter dedi sevdiği.
korkuyorum ve korkmaktan sıkıldım artık diye ekledi.
robinson 83'ündeydi.
ama 3 le 8 yer değiştirseydi görüntüsüyle yaşı anca bağdaşabilirdi.
şaka gibi değil mi?
aynı zamanda pırıl pırıl bir dimağı vardı,
yeni bir kitap okudum, bitti, istersen sana veririm dedi.
kitaptan özet geçti.
yok dedim, dönünce ben de edinirim bir tane.
okurken onu hatırlayacağım.
bilgisayarı vardı, evde tek lüksüm dediği.
hayatı buradan takip ediyorum,
ayrıca güncemi de burada yazıyorum dedi.
gökçeada'da pişirilen deniz levreğinin tarifini duyunca, ben bu yöntemi hiç bilmiyordum, deneyecegim ve akşam günceme yazmalıyım dedi.
sohbeti ne hoştu..

derken,
biz gidelim artık hava kararmadan yoksa araba süremiyorum,
farlar gözümü alıyor dedi.
sizi tanıdığım için mutlu oldum dedim,
ben de dedi elimi sıkarken.
bana yeni bir şey öğrettin bu gün sen,
seni unutmam artık ben dedi.

robinson'u çok sevdim.

şöyle;


incecik, sapsarı,
altın kumlu, ıslak bir sahilde,
dalgalar kıyıda hışırdarken,
bağdaş kurdum oturdum,
her günbatımında,
ateş topunu ben uğurladım,
huzurluydum.

yaz-ı

yaz,
ama uzun olsun;
geçmişten, gelecekten,
hüzünden, neşeden,
ruhdan, bedenden,
maviden, yeşilden,
sevgiden, nefretten,
hayalden, gerçekten,
çiçekten, böcekten,
yazdan, kıştan,
senden, benden,
yaz.
yazını da,
yazı da
özledim.

4 Ocak 2006 Çarşamba

hangisi....

"yalanla mutlu olmaktansa gerçekle acı çekmek daha iyidir"
dedi erkek, ağlamaklı kadına.
kadın, erkeğin yüzüne "sahi mi ?" der gibi baktı,
sorgulamadı,
ve kabul etti.
boş vaktime denk geldi,
erkeğin sözlerini düşündüm;
ben olsaydım,
"yalanla acı çekmektense, gerçekle mutlu olmayı tercih ederim"
derdim dedim kendi kendime.
hatta söyletirdim bunu o ağlamaklı kadının ağzından erkeğe.
senarist ben olsaydım tabii.

şöyle;
incecik,
sapsarı,
altın kumlu bir sahilde,
günbatımında,
dalgalar kıyıda hışırdarken,
yüzükoyun uzanmış,
güneş sırtımda,
başım kollarımın arasında,
uykuya dalmak,
mışıl mışıl uyumak ...uyumak.......uyumak...................
istiyorum.
nerdesiiiinnn!!! deyinceye kadar.

o ne - one

özellikle düzgün gitmesini isteyip de planlayıp programlarsam,
mutlaka benim dışımda gelişen ve kontrol edemediğim bir pürüz çıkıyor, ama mutlaka.
özenmediğim, sıradan bir iş ise tıkır tıkır işliyor.
yılın ilk kısa devresiydi.
dumanlar çıktı kulaklarımdan.
şeytan yoksa ben neyim...

1 Ocak 2006 Pazar

...


bu sabah uyandı,
bu sabah,
yeniden başladı.