30 Aralık 2005 Cuma

veda yada elveda...


çok sevgili 2005,
biraz buruğum biliyor musun?
gidiyorsun diye.
öyle işte !
seni sevmiş, alışmıştık,
ama gideceksin,
bilmez miyim,
kural böyle.
tıpkı senden öncekiler gibi.
bak, aklıma gelmişken söyleyeyim,
arkandan çalınıp söylenecek, yenilip içilecek,
havai fişekler falan,
kutlama var, ona göre.
sakın gücenme !
yeni gelene de hoş geldin adettendir.
sen gidiyorsun diye değil tabii.
unutmadan;
teşekkürler bize yaşattığın her güzel şey için,
öncelikle sağlık için,
sonra huzur için,
sonra kedi hanımım için,
yine tom sawyer için,
üstü cevizli ekmek kadayıfım için, belki bunu en başa yazmalıydım.
unuttuğum şeyler de vardır mutlaka sana teşekkür için.
kusuruma bakma,
seni hep yad edeceğim,
gözün arkada kalmasın,
selam söyle eskilere,
özellikle de 2001'e.
unutma bizi,
güle güle.

25 Aralık 2005 Pazar

hafızamı seveyim...

rahmetli Sevgi GÖNÜL'ün Hürriyet gazetesinde yayınlanmış olan yazısını noktasına virgülüne dokunmadan hürriyet yazarlar arşivinden aldım ;

Sevgi'nin Diviti 29 Aralık 2002

Bunlar benim yeni yıl hurafelerim,

sizin de bildiğiniz bir hurafe var mı?
Yeni seneye girer girmez evinizin kapısından dışarı, yakındaki sokağa çıkarsanız bütün sene seyahat edersiniz. Yalnız bu çok tutan bir hurafe; sokakta çok uzun kalırsanız eve giremeyecek kadar seyahat edersiniz. Dışarıda kalmanın dozunu kendinize göre ayarlayın.
Geçen sene 'Benim Yılbaşı Hurafelerim' başlığıyla yazdığım yazı o kadar ses getirmiş ki, bu sene üstüste aldığım maillerden anladığım kadarıyla okuyucularım bu yazının tekrarlanmasını istiyorlar. Bendeniz bugün aynı yazıyı her ne kadar tekrarlamayacaksam da içeriğini tekrarlayacak ve okuyucularımın isteklerini yerine getirmiş olacağım.Yeni yıla geçen sene New York'ta girmiştim, çok şükür bu sene İstanbul'dayım, evimdeyim, ailemle ve sevdiklerimle beraberim ve yeni yıla onlarla birlikte gireceğim. Bir kere bana uğur getireceğine inandığım ağacımı yaptım. Sıhhat problemleriyle uğraştığımdan çok yaratıcı olmamakla beraber evin içinde bir şıkırtı, bir parlaklık fena olmuyor. En azından benim içim açılıyor. YENİ SENEYE YENİ DONYeni seneye girerken donanabilmek için yeni bir don giyeceğim. Gece saat tam 12'ye beş kala yeni donumu giyerim ve yeni seneye ayağımda yeni donla girerim. Bu adetimi uzun zamandan beri uyguluyorum, oldukça faydasını gördüm ve hepinize tavsiye ederim. Başka bir arkadaşımdan öğrendim, şayet dışarıdaysanız evinizin bereketi için yeni senede evinize girer girmez mutlaka bir nar alın ve kapınızın eşiğinde narı kırın. Ama yeni yıla zaten evde giriyorsanız, o zaman saat 12'den hemen sonra narınızı kapınızda yere vurup patlatın. Ama dikkat edin, narları daha önceden bir naylon torbaya koyun ve torbanın içinde patlatın, zira nar patladığı zaman etrafa öyle bir dağılıyor ki, temizlemekle başa çıkamıyorsunuz.Gene dışarıdaysanız evinize girer girmez veya evde iseniz saat 12'yi geçer geçmez evdeki bütün ışıkları yakın ki, yeni seneniz parlak geçsin.Bütün muslukları açın ki, su gibi kolayca akıp geçecek bir sene olsun.Bunları denemiş bulunuyorum ve oldukça faydasını gördüm.Başka bir arkadaşımın tavsiyesi de şöyle: Yeni seneye girer girmez evinizin kapısından dışarı ve yakındaki sokağa çıkarsanız bütün sene seyahat edersiniz. Yalnız bu çok tutan bir hurafe olduğu için, sokakta çok uzun kalırsanız adeta eve giremeyecek kadar seyahat edersiniz. Dolayısıyla dışarıda kalmanın dozunu kendinize göre ayarlayın. Bu hurafeyi bana öğreten dostlarım maşallah hiç evde oturmazlar, hep seyahat ederler.Başka bir hurafe daha öğrendim: Yılbaşı geceleri yemek yenen evlerde muhakkak kuru börülce bulundurulması... Bu bir Amerikan hurafesidir ve fevkalade sıkı takip edilir. Eee ne yapacakınız, Amerika zengin olduğuna göre, herhalde vardır işe yarayan bir tarafı...SIHHAT İÇİN NE YAPMALIBütün bu hurafeler tamam ama, bilemediğim ve bilmek istediğim bir başka hurafe var: Yeni seneyi sıhhatli geçirmek için yılbaşı gecesi nasıl bir hareket yapılması gerektiği... Bunu bilenler şayet varsa lütfen bana maillesinler, zira şu sıralarda bu tip bir hurafeye çok ihtiyaç duyuyoruz.2002 senesi maddi ve manevi bakımdan zor bir sene oldu, hem benim için hem de ülkem için. Bütün arzum 2003'ün hem ülkemize hem de bendenize daha da faydalı gelmesi...Önümüzdeki yılın başlarında çıkabileceğinden hemen hemen emin bulunduğum yegáne olay, burnumuzun dibinde bir arbede yaşanacağı. İnşallah memleket bundan büyük zarar görmez ve savaşın üstesinden akıllı bir şekilde gelebiliriz. Keşke daha tatlı bir olayın yaşanabileceğinden emin olabilseydik.Sizleri daha fazla sıkmadan bütün okuyucularımın, gazetede çalışan bütün arkadaşlarımın, sevdiğim bütün dostlarımın yeni yılını kutlar, 2003'ün başarılı, sağlıklı, neşeli ve huzurlu geçmesini temenni ederim.

22 Aralık 2005 Perşembe

ege

kırıldı dedi,
içlerinden bir tanesi kırıldı,
hem de burnunun ucundan..
kırılan aslında kalbiydi ....
dile gelseydi,
gelebilseydi,
söyleyecekti.
olur dedim,
olmasa daha iyi olurdu ama.
olmuş bir kere.
oluyor işte.
sen kalbini korumaya al,
o lazım bize..
önce sana,
sonra bize
ve dee
e
g
e
y
e
.

...

Armada iş merkezinde,
"maskesiz insanlar" ı
misafir ettik,
ya da
biz onların,
misafiriydik.
buyrun buradan; ...

20 Aralık 2005 Salı

başlar & ayaklar


* zaten, başla ayaklar çok alakalıdır birbiriyle, bilirsin.
+ biliyorumdur da sen yine de söyle.
* akılsız baş ile cezayı çeken ayak gibi mesela, yada serin tutulması gereken baş ve sıcak tutulacak ayaklar gibi, ayak olan başlar ile baş olan ayaklar gibi, yeter mi ?, daha sayayım mı?
+ tamam. ayağını yorganına göre uzat var bir de, orada başın olaya dahli yok gibi.
* olmaz olur mu, vardır da hokkada mürekkep kalmamıştır, yazamamışlardır.
+ bak başın göğe erdi de ayaklar yok, mürekkep mi bitmiş yine?
* olur mu, irtifa yüksektir de ondan, ayaklar görünmüyordur artık.
+ balık baştan kokar için ne diyeceksin peki?
* balığın ayağı yok da ondan.

19 Aralık 2005 Pazartesi

neresi kara ! bembeyaz kış...


önümüzde belediyenin kar küreme aracı-tammamen tesadüf -arkada bizim aracımız eve salimen varabildik.
allahtan şoförümüz bıçkın, gözükara ve bu gün için en lazımlısından becerikliydi de yirmi dakikalık yolu 5o dakikada alarak eve ulaştık.
hala kar yağıyor ince ince,
manzara harika .
bir gece önceki deli borandan eser yok,
her yer beyaza kesti, sanki pamuk şekeri.
zincirsiz araçlar usul usul seyir halinde, yerlerine ulaşma çabasında.
etraf nasıl da sessiz, çıt yok dışarıda.
yarın sabah muhtemelen her yer buza çekmiş olacak.
arabayla dönmeye cesaret edemeyince park yerinde bıraktım.
sabah gidiş zor olacak.
işte bu halleri sevmiyorum; soğuğu, ıslağı, kalın giysiler içinde olmayı,mahsur kalmayı, patinaj yapmayı, düşmemek için ayağımda bot olduğu halde parmak ucunda yürümeye çalışmayı, burnumun ucunun havuç gibi kızarmasını, ellerimin eldiven içinde bile üşüyor olmasını.
mız mız da mız mız,
mız mız da mız mız.
ben yazın çocuğuyum, karın kışın bir günahı yok.
saat dokuz buçuk bile olmadı ama gözlerim ağırlaştı,
uykum geldi,
gidip yatayım,
bu akşam da böyle olsun.

03.33.03


uyuyamıyorum,
ki başımı yastığa koyar koymaz giderim.
sebebi belli, günboyu dinmeyen fırtına.
gözümüzü, fırtınayla karışık yağmurla, yer gökte - gök yerde bir sabaha açtık.
şu saate kadar aynı tempoda devam...
ne bitmez bir enerjiymiş bu,
ağaçlarda hal kalmadı; bir sağa bir sola yalpalamaktan,
baştan ayağa titremekten.
kalktım, bir battaniye alıp salona geçtim,
kanepeye kıvrıldım, gözümü kapadım,
nafile.
bu gece bana uyku yok.
belli oldu artık..
camlar titremekte, arada zangırdamakta,

ağaçların sesi buraya kadar geliyor.
uzaklarda bir köpek havlamakta.
salonun balkonunda, balkon şemsiyesinin poşeti sinir bileyici bir şekilde hışırdıyor, niye hala devrilmedi ki diye düşündüm, bidonundaki suyu boşaltmadığım aklıma geldi,
kalktım, benim gibi var mı bir tane diye baktım,

ışığı yanan tam üç ev saydım.
bizim dışımızda herkes derin uykusunda.
galiba bu rüzgar sabaha dek dinmeyecek,

şunun şurasında ne kaldı ki sabaha..
uyku muyku yok,

yarın şimdi benim başım da ağrır,

hatta hafiften ağrımaya başladı bile, gözlerim yanıyor.
bu sabah işe giderken direksiyon başında uyuklayan biri olursa; o benimdir.

ah işte kedi hanım da kalktı!

mız,
mız,
da
mız,
mız,
mı z ,
mı z,
mı z,

z,



z.









17 Aralık 2005 Cumartesi

cumadan kalan..

biletlerimizi öğle üzeri almıştık,
yedi onbeş matinesi,
babam ve oğlum için.
akşam iş çıkışında fırtınayla karışık yağmur karşıladı bizi,
yemekler hazır bekliyorum çağrısıyla soluğu sıcacık bir sofrada aldık.
hamarat eller kısa süre içinde anne gibi doyurdu,
günün kahramanı oydu.
biz şimdi bu kadar yemekten sonra ya rehavete kapılıp uyuklarsak dedik,
bir şey olmaz,
sodalar burda işte deyip üzerine kahvelerimizi de pişirdi.
yedik, içtik, kahramanımızı da alıp gecikiyoruz telaşıyla,
kendimizi dışarıya attık.
yetiştik.
izledik; beğendik.
senaryodan çok oyuncular iyi geldi bize.
özellikle bazı sahnelerde, türkçe dublajlı bir fellini filmi izliyormuşuz duygusuna kapıldık.
söylemeden edemeyeceğim; bir dönemin muhasebesinin,
rakı sofrasında iki dakikaya ve bir cümleye sığdırılmasını yadırgadık.
aynı şekilde doğuma beş kala alkollü gezen baba adayını ve koca apartmanda bir allahın kulunun komşu-luk sıfatıyla ki o yıllarda böyle bir kavram vardı yardıma koşmayışını.
cenaze sahnesindeki beyazgül'ün kıvrak zekasına diyecek yoktu.
dedenin gizli hazine odasında yaratığa et yedirme sahnesinde yüzük kardeşliğine gönderme mi vardı?
çocukların bilincaltına yerleşen soyut imgeler dolayısıyla falan.
film bittiğinde perdede yazılar kayarken,
kulağımızda -sözlerini senarist yazmış- harika bir ezgiyle salondan ayrıldık.
çıkışta yağmur çiseliyordu,
şemsiye açmadık.
azıcık ıslandık.
iyi geldi.

13 Aralık 2005 Salı

demode




iktidarsız muhterislerin,
mavisi bozulmuş bozbulanık denizinde,
iktidarlı mütevaziler,
istiridyedeki
inci tanesi gibi,
keşfedilmeyi beklemekteydi..
bilmiyorlardı ki,
istiridyenin modası
çoktan geçmişti.

12 Aralık 2005 Pazartesi

bil ki bizdik ...

yine,
uçak evde,
ışıl ışıl ankara manzarasına karşı,
ateş topunun batışına karşıymışçasına,
çıtır çıtır kızarmış hamsi kuşlarını pamuk ekmeğimize,
sevincimizi, kederimizi yılların birlikteliğine,
katık ettik.
dertleştik,
halleştik,
taktir ettik; yüreklendirdik,
gurur duyduk; sahiplendik,
iyileştirdik; iyileştik,
iyi ki vardık.
ben-dik; biz olduk, çoğaldık.
gecenin sonunda,
elimizde renklerin ağırbaşlı çoşkusu ; İspanyol'muş adı...
kulaklarını çınlattık,
kimbilir belki,
yüreğini de.

11 Aralık 2005 Pazar

akıl fikir....


tembele iş buyur...
budur..!

gün sonu


bu öğleden sonra Ankara, bahardan kalma bir gün yaşadı. hem de aralık ayında, üstümüzdeki montları atıp penye ile dolaştık , bu kadar olur yani..
real, tenhaydı akşamüstü saatlerinde. .
bizim ufaklık için ne var ne yok diye bakıp hoşlanacağı türden birşeyler alalım diye toys'a girdik. bir- birbuçuk saat sonra el becerisine yönelik olanlarda karar kıldık.
hafta içinde aldıklarımız hediye paketi olup postaya verilecek.

ufaklık açacak, sevinecek....
kız çocukları için onca oyuncak arasında neler yoktu ki; çamaşır makinası-ütü-mikrodalga fırın-elektrik süpürgesi-dikiş makinesi , veee tam teşekküllü hazır mutfak modülleri...
sektör, almış başını gitmiş. bu saydıklarım gerçeğe o kadar yakınlardı ki sanki oynamak için değil ev kurmak için.....

ayşegül ev hanımı ya da küçük anne durumları artık hikaye kitaplarının sayfalarından çıkmış, çocuk odalarına girmek üzere raflarda son derece alımlı kutuları içinde yerini almış.
bir kız çocuğu annesi olsam, çocuğumun bu oyuncak! larla yetişkinler dünyasına hazırlanmak üzere bu şekilde provalara başlamasını istemezdim.
kasada işimiz bitince paketler elimizde çıktık.
yan kapıdan içeri geçtik; tepe home coşmuştu yine...
renk cümbüşü içinde birbirinden sevimli ve albenili yüzlerce binlerce obje başımı döndürdü, gözümü kamaştırdı...
içim açıldıkça açıldı...
aklımdakilerin yanı sıra fikrimde olmayan bir kaç ufak parçayı da alarak ödeme yapıp çıktığımızda vakit hayli geç olmuştu..
günün yorgunluğu ince belli dalyan bardakta mis gibi demlenmiş çay ile son buldu...
yarına epeyce işimiz var...

10 Aralık 2005 Cumartesi

siyah&beyaz


BBC de yayınlanan okul öncesi çocuklara yönelik bir program var. eğlenceli şeyler yapıyorlar aynı zamanda da eğitici.
bazen merak edip izliyorum, neler farklı bizdekilerden diye...
bu sabah izlerken şu dikkatimi çekti; kış sebzelerini masaya dizmişlerdi; havuç, patates, turp ve yer elması gibi bir şey, bunların yanında küçük beyaz porselen kaplar içinde rengarenk, sıvı boyalar bir de büyücek beyaz bir resim kağıdı vardı. baba kıvamındaki şirin yüzlü şey, sebzeleri ortadan kesti, renkli boyalara bandırıp resim kağıdı üzerine baskılayarak oldukça dekoratif bir resim yaptı.
sonrasında sebzeler hooop çöpe..doğal olarak tabii.
aklıma şu takıldı; miniklere pratikte kullanabilecekleri malzemelerle neyi, nasıl yapabilecekleri öğretilecekse bunun için ille de yiyecek maddelerinin mi kullanılması gerekiyor ?
bir yandan afrikadaki açlar için "live 8" benzeri atraksiyonlarla destek veriyorlar, öte yandan çocukları eğitirken, yiyecek maddelerini bu şekilde hoyratça kullanılıyorlar.
çöpe giden şise kapağı, pipet, ip, bulaşık süngeri vb. onca ıvır zıvır malzeme dururken..



9 Aralık 2005 Cuma

boz kaşkollu koyunun gözüne ne oldu?


bu gün,
o bakışı yakaladım,
gözbebeğindeki nefreti,
mavisi, bulanık griye dönmüştü.











u-mutsuz...


neyin neden olduğunu bilmenin,
neyin neden olduğunu önlemeye,
hiç bir faydası olmadığını
biliyorduk.

8 Aralık 2005 Perşembe

dün&bugün&belki yarın

ben dedi,
hala dostum,
dostunum,
biliyorsun değil mi?
her neyse yaşananlar aranızda ,
her ne kadar taraf tutsamda birinizden yana,
dostunum inan bana.

sen dedi,
dostumsun,
dostuz hala..
her ne kadar taraf olsanda benden değil karşıdan yana,
girmiş olsan benim değil de onun koluna,
kırgın ya da kızgın değilim sana,
doğru söylüyorum,
dostumsun, dostuz hala.

dile değil ,
göze döküldü sözler.
kulaklarımızla görmüş,
yüreklerimizle işitmiştik.

7 Aralık 2005 Çarşamba

sütten limanların,
kağıttan kayıkların olsa,
bir de seyir defteri tutardık.
gel gör ki;
ne limanlar süt,
ne de kayıklar kağıt.

5 Aralık 2005 Pazartesi

uzaklarda...çokk uzaklarda....


orhan veli gibi..,
dinliyorum...
gözlerim kapalı...
bedenim burada..
ruhum uzaklarda...
hem de cookkk uzaklarda...
bilmediğim bir akdeniz
kasabasında....
hırçın dalgaların kayaları dövüp sonrada utanarak köpüklerini bırakıp kaçtığı,
mavi ve beyaza boyalı tek katlı bir evin terasında..
neredeyse akşam olmakta...
orhan veli gibi..,
dinliyorum...
bedenim burada,
ruhum uzaklarda..
hem de çookkk uzaklarda...
bilmediğim bir akdeniz kasabasında...
büyülü fener ateş topuyla selamlaşmadan önce..,
güneşin kızıllığı ile gökyüzünün mavisi yine o muhteşem dansını yapmakta...
uzaklarda balalayka, hüzünlü ama sözsüz bir ezgiyi acele etmeden aheste çalmakta...
gözlerim kapalı,
dinliyorum...
bir nota da ben olsam.....
ama bu ezgide olacaksa....!

gözlerimi kısıp bakıyorum; mum ışığı aynı anda hem ateş topu hem büyülü fener olmakta...
huzur
biraz da
hüzün
iliklerime işliyor....

tesekkurler tom sawyer bir kez daha ....
eksik olmayın..