30 Nisan 2006 Pazar

deja vu...

çivinin çiviyi söktüğü görülmüş şey değildir,
çiviyi kerpeten söker..

29 Nisan 2006 Cumartesi

....

I'm eating words too hard to say...

28 Nisan 2006 Cuma

eros-tik



elinde yayları ve oklarıyla uçuşan eros efendiler,
olmuyor, olmuyor, olmuyor..

yalan yanlış işlere neden oluyorsunuz; yapmayın kardeşim..
bir kere saçı sakalı ağaran eroslar emekli olsunlar artık.
köşelerine çekilip benden bu kadar demeleri gereken yerde, o hedef senin bu hedef benim deyip titrek titrek yaylarını bir geriyorlar ki maazallah yani..
genç olanların durumu ? daha da vahim! doğru dürüst eğitimden geçmeden, talim terbiye görmeden "hadi bakalım oldunuz siz" deyip ellerine yayı oku tutuşturuyorlar, plan yok, program yok, sonra isabetsiz ve rastgele atışlarla ok hedefinden sapıp en olmadık kişilere ya da en olmadık yerlere saplanıyor ve öylece kalıyor (bkz. brokeback mountain) olacak iş değil, hedef olacaklara yazıktır, günahtır.

ya gözü bozuk eros efendilere ne demeli??
kararlar veriliyor, hedefler belirleniyor, gayet uygun, olumlu, münasip, ama sıra yayı gerip oku fırlatmaya geldiğinde tutturamıyorlar, şaşıyorlar şaşırıyorlar, şuna niyet edilmişken, hadiii buna kısmet falan oluyor, ayıkla pirincin taşını..

nisan bitti mayıs geldi; şimdi bunlar başlarlar ordan oraya uçuşmaya, ellerinde gerilmiş yaylar, uçlarında oklar, bilir bilmez, görür görmez ortalığa veryansın edecekler..
tedbirinizi alın derim, nerden geldiğini anlamazsınız bile..
çelik yelek mi giyersiniz olmadı zırhlara mı bürünürsünüz yada

es bağrıma yiğit rüzgar diyerek açılıp saçılır mısınız ..
sizin bileceğiniz iş tabii ki ( de yok..!)...

lal

parlament mavisine kara bulaşmış,
rengi laciverte kaçmış,
beyaz karıştırıp,
gök maviye döndürmek lazım..
hadi...

...


father & son

It's not time to make a change,
Just relax, take it easy.
You're still young, that's your fault,
There's so much you have to know.
Find a girl, settle down,
If you want you can marry.
Look at me, I am old, but I'm happy.

I was once like you are now, and I know that it's not easy,
To be calm when you've found something going on.
But take your time, think a lot,
Why, think of everything you've got.
For you will still be here tomorrow, but your dreams may not.

How can I try to explain, when I do he turns away again.
It's always been the same, same old story.
From the moment I could talk I was ordered to listen.
Now there's a way and I know that I have to go away.
I know I have to go.

It's not time to make a change,
Just sit down, take it slowly.
You're still young, that's your fault,
There's so much you have to go through.
Find a girl, settle down, if you want you can marry.
Look at me, I am old, but I'm happy.

All the times that I cried, keeping all the things I knew inside,
It's hard, but it's harder to ignore it.
If they were right, I'd agree, but it's them you know not me.
Now there's a way and I know that I have to go away.
I know I have to go.

C.S.

25 Nisan 2006 Salı

aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın..

zamanı yontuyoruz;
bilerek
ve
isteyerek..
kimi zaman özenle,
kimisinde baştan savma,
öğreneceksin sen de,
biraz daha büyüsen,
niye bu acele,

dikkat et !

bak şimdi elin incinecek..

23 Nisan 2006 Pazar

yine bu yıl ada sensiz içime hiç sinmedi..

biz dünyayı çok sevdik ; çocukken
büyüdük; kirlendi dünya,
su var, sabun var,
kurutacak güneş de,
bir de sponsor bulduk mu,
bu işi oldu bil ...




22 Nisan 2006 Cumartesi

geçen haftaki tesadüf ve sonrası...



















sarı, mavi, yeşil, mor, kırmızı,turuncu
ışıltı, şıkırtı
göz alıcı, büyülü
söz, saz, dans
bariton, soprano, tenor
ışığın oyunu, renklerin dansı
içtenlik, sıcaklık, doğallık
profesyönel ama amatör
heyecan, çoşku, gurur
alkış, alkış, alkış
gönüllere gönülden gönüllü ikram
ankara'da bir nisan cumasıakşamısefası..





21 Nisan 2006 Cuma



Aman allahım, Mona yine kapımda...!

abuk sabukluk meziyettir,
m yi bi çıkart
yanındakine eziyettir,

onaneyse banao değil tabii ki de,
de yi bi çıkart,

tabii ki..
oğlum sana söylüyorum, damadım sen anla,
ama damat oralı değil,
g yi bi koy; goralı





had limitini aşınca cezası kaç para memur bey?
gözeleştiri için de bir şey ödeye cezmi ?
cezmi mi ? ne cezmisi?
vardı ya hani; ays ays cezmi...










19 Nisan 2006 Çarşamba

pabuç...

kedisi kadar kıymetin yoksa,
gözünde yada gönlünde,
kabahat dilindedir..


18 Nisan 2006 Salı

baaah-çeee-van geldi....



















kara sarmaşıklar, ayrık otları vaktinde ayıklanmazsa,
yok edilip ortadan kaldırılmazsa,
aman canim koskoca, güçlü, asırlık ormana ayrık otu, kara sarmaşık ne yapabilir ki ?deyip ciddiye alınmazsa,
bir gün gelir bakarsın ki; kara sarmaşıklar ormanı sarmış,
ağaç gövdelerini sımsıkı sarıp sarmalayarak göğe baş uzatmış,
ortada orman falan kalmamış,
hala bir şey olmaz diye düşünüyorsun değil mi?
şaka gibi mi geliyor sana?

17 Nisan 2006 Pazartesi

çok sevindim çok...

haber geldi;
üçe bir olmuşlar,
daha doğrusu olacaklar..
oysa biz ikiye iki bekliyorduk,
neyse,
ileride üç üçe olurlar nasilsa..
üç bizden, ikisi sizden artık..
hayırlı uğurlu olsun,
ömrümüz yetse de görsek...

...

KUYRUKLU SIIR

Uyusamayiz sevgilim, yollarimiz ayri;
Sen cigercinin kedisi ben sokak kedisi.
Senin yiyecegin kalayli kapta
Benimki aslan agzinda.
Sen ask ruyasi gorursun ben kemik.

Ama seninki de kolay degil, kardesim;
Kolay degil hani,
Boyle kuyruk sallamak Tanrinin gunu.


Orhan Veli


16 Nisan 2006 Pazar

üzerine ayran dökülmüş sarı benekli mor

o giderken,
diğeri birbuçuk tur tamamlamış dönüyordu,
gidenin, dönenin döndüğünden ne yazık ki haberi yoktu,
oysa ki dönen,
açmış önüne haritayı, gezip gördüklerini paylaşıyordu,
yollar eskir mi?
yok, eskimez...


15 Nisan 2006 Cumartesi

pembe


isimler, insanların varoluş kalelerine uzanan köprülerdir.
birinin adını öğrenmek varoluşunun yarısını ele geçirmektir; gerisi parçalar ve ayrıntılardan ibarettir.*

* Elif Şafak - Araf - (syf :28)

turanj


güneşi suya kattık.... dedi.

13 Nisan 2006 Perşembe

...

boyu aynaya yetişmediğinden kendini göremiyordu,
ona yardım etti,
görsün diye kendini,
aynayı onun seviyesine indirdi,
beriki baktı baktı,

bu kim? dedi,
yüzünü ekşitip "ne kadar da şey..! diye ekledi,
tanımadı kendini,
ileri derecede hipermetropmuş gözleri,
üzüldüm çok.

vallahi abartmıyorum...

orta boylu, narin yapılıydı,
ağır makyajı bir parmaktan fazlaydı, iki yada ikibuçuktanüç civarında olmalıydı..
sarı meçli saçlarına-hani şu saç dipleri siyah da uçlara doğru sarı- biraz jöle-sprey-köpük marifetiyle ustaca rüzgardansavrulmuşamahaberiyokmuş efekti verilmişti,
genç sayılırdı, 30 bile yoktu, var da olabilirdi..
herneyse,
özenle giyinmişti, pantalonunun altından uzayan sivri burunlu ayakkabıları can yakıyordu..aynı renkteki el çantası miniminnacıktı..
yanına oturmadıkça ve sesin geldiği yöne doğru bakmadıkça çıssstaaaak çıssstaaak dımbırı dımbırı seslerinin ondan geldiğini kimseler tahmin edemezdi,
niye ? diye soran olsaydı kablonun ucundaki minik kulaklık saç tutamının altından zor farkediliyordu da ondan diye cevap verilebilirdi.
kablonun ucundaki bu minik kulaklıktan kulak zarına -yanındakine de yetecek kadar- yüksek perdeden yayın y
apılmaktaydı.
çısstaaaak çısstak, dımbırı dımbırı, çıssstaaakkkk,
kulak kesilince bu çıstak ve dımbırıların kime ait olduğu rahatlıkla anlaşılıyordu,
yan gözle yüz ifadesi incelense -ola ki bir bir ipucu yakalanabilir mi diye, hani yani olabilir, niye bu müziği tercih ediyor diye merak edilmişse eğer- ne bir coşku ne bir hüzün ne bir huşu ne bir huzur ifadesini görmek mümkün değildi..
niye ? diye soran olsa şıp diye cevap verilemezdi. çünkü çoktan seçmeli düşünmek ve şıkları z ye kadar çıkartmak gerekebilirdi ki bu da çok zaman alırdı...
biri çıkıp da hoşluk olsun diye "kulaklığın ucunda kim var acaba ? " diye mini bir yarışma düzenlense asla tahmin eden çıkmaz, dolayısıyla kazanan olmazdı.
keza kazayla kazanan-lar olsaydı -tahmin ediyorum ki, hatta tahmin demeyelim biraz daha ilerleyip eminim diyelim- en az benim kadar şaşırıp kalırdı; bu nasıl iş ? diye...












10 Nisan 2006 Pazartesi

bulutlar indi üstüme...

kapıdan koşar adımlarla çıkmıştı,
merdivenleri inerken adının seslenildiğini duyunca duraklayıp arkasına baktı, ses binanın içinden geliyordu, içerisi loştu, daha iyi görebilmek için gözlerini kısarak baktı,
" gel gel bak burada kim var"
seslenen blur'du.
gitmekten vazgeçip, merdivenlerden döndü, içeri girince onu gördü; mavi gözlerle biraz buruk, biraz sitemkar, biraz mahçup ona bakıyordu.

bir an onu sarıp sarmalamak geldi içinden, kendisini tuttu.
* merhaba, nasılsın bakalım ? çok özledim seni ben,
& merhaba, iyiyim
* hiç görüşemiyoruz, gelmiyorsun artık,
& ..............
*
çok özlemişim seni ben, bak şimdi daha iyi anladım..
& kedin napıyor ?
* bırak şimdi kediyi, ne yapsın bildiğin gibi işte, sen nasılsın asıl, nasıl gidiyor, söktün mü? yoksa söküldün mü?

ona takılmadan duramazdı,
nazı geçiyordu; bunu kendisi de , o da iyi biliyordu..
& ................

belli belirsiz gülümsedi, keyifsiz gibiydi,mavi gözlerinin altı koyu halkalarla çevrilmişti, yine uykusuz kalıyor olmalıydı.
o gözler -anlamakta zorluk çektiği bir nedenle- hep hüzünle gölgeliydi, ama ne zaman karşılaşsalar kendisini görünce o hüznün çok kısa bir an için dağıldığını, gözlerinin parıldadığını görürdü ama bu uzun sürmezdi..
bir keresinde çok öfkelendiği bir zamana denk gelmiş, mavi gözlerin hiddet ve nefretle nasılda boz bulanık griye dönüştüğüne şahit olmuştu..şaşırmış ama bunu ona belli etmemişti, soğukkanlılıkla karşılamış, haklılığına vermişti..

* şimdi benim gitmem lazım, seni gördüğüme çok çok çok sevindim..
sarıldı, öptü; biraz buruk, biraz sitemkar, biraz mahçup..
merdivenlerden inerken durdu, dönüp baktı; oradaydı, arkasından bakıyordu,
el salladı, içerisi loştu, daha iyi görebilmek için gözlerini kısarak baktı;
mavi gözlerinde hüzün vardı..

garip bir sızı kapladı sol elinin yüzük parmağını...









hakiki...


























Diyelim yağmura tutuldun bir gün,
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek,
Öbür yanda güneş kendi keyfinde,
Ne de olsa yaz yağmuru,
Pırıl pırıl düşüyor damlalar,
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın,
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına,
İşte o evin kapısında bulacaksın beni.
Diyelim için çekti bir sabah vakti,
Erkenceden denize gireyim dedin,
Kulaç attıkça sen,
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan,
Ege denizi bu efendi deniz,
Seslenmiyor.
Derken bi de dibe dalayım diyorsun,
İçine doğdu belki de,
İşte çil çil koşuşan balıklar,
Lapinalar gümüşler var ya,
Eylim eylim salınan yosunlar,
Onların arasında bulacaksın beni.
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya,
Çakmak çakmak gözleri,
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı,
Herkes orda sen de ordasın,
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından,
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim,
Özgürlüğe mutluluğa doğru,
Her işin başında sevgi diyor,
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili,
Bi de başını çeviriyorsun ki,
Yanında ben varım.

C.Y.

7 Nisan 2006 Cuma

obezego



off bu nedir ya..
burnu kesif bir ego kokusu aldı,
biraz da

-ne birazı, bırak allahaşkına basbayağı kavrulmuş, dibi tutmuş işte-
yanık kokusuyla karışıktı.
genzi ve gözleri yandı,
midesi kalktı,
dayanamadı,
kapattı..






5 Nisan 2006 Çarşamba

onun adı vardı; gülbahar....



kucağında tuttuğu poşete elini sokup içinden eflatun renkli ince iplikle örülmüş, menekşeye benzesin diye uğraşılmış bir motif çıkardı. poşetin açık ağzından eflatun renkli kocaman kocaman yumaklar görünüyordu; sayıları belki beş belki de altıydı. elindeki motife hayran hayran baktı, nasırlı parmaklarıyla ucundan kıyısından nazikçe çekiştirerek ipliklerini saydı, çevirdi bir de arkasına baktı, parmakları arasında sevdi okşadı ve tekrar yumakların arasına bıraktı. sağ eliyle poşetin ağzını büzerek sımsıkı kavradı, kucağına bastırdı. küçücük motifin düşüp kaybolma riskini ortadan kaldırmıştı. huzurla arkasına yaslandı, camdan dışarı uzaklara baktı, gözleri dalarken tombul ve kırmızı yanaklı yüzü belli belirsiz bir gülümseme ile aydınlanmıştı.
20 yaşında ya vardı ya yoktu, yaşı daha küçük olup fazla kiloları yüzünden büyük gösteriyor olma ihtimali fazlaydı. başındaki koyu mor renkli minik desenli eşarbı çenesinin altından gevşek bir şekilde bağlamıştı. siyah renkli uzun hırkasının altına giydiği koyu mor renkli kazağının kolları sünmüş, hırkasından dışarı taşmıştı. yerlere kadar uzanan viskon eteği siyah zemin üzerine mor renkli menekşelerle ve ördekbaşı yeşili yaprak motifleriyle süslenmişti.
belli ki çiçeklerden menekşeyi, renklerden moru pek seviyordu..
ağzını sımsıkı büzerek kucağına bastırdığı poşet içindeki yumaklar en kısa zamanda çeyiz sandığındaki baş köşede yerini almak üzere gece gündüz didinerek, göz nuru dökerek, parmak uçları nasır bağlayıncaya dek yüzlerce binlerce menekşe motifine dönüşecek; kolalanıp ütülenerek koca bir masa örtüsü haline gelecekti.
sonra o örtünün üzerinde kimbilir hangi müstakbel komşular ağırlanacak, hangi müstakbel kayınvalide ve kayınpedere "aman anam ne hamarat gelinimiz var" dedirtecek, dünyaya peşisıra gelecek kız ve erkek çoçuklar üzerinde objektife şaşkın şaşkın poz verecek, çekilen fotoğraflar uzaklarda hasret kokan bir akrabaya yada kankardeşe gönderilecekti.
eflatun renkli menekşe motifli masa örtüsü, istikbaldeki mutluğun temel direklerinden biri olarak kabul edilmekteydi.
şimdi bunları hayal etmek yüzünü güldürmeye, yanaklarını pembeleştirmeye yetiyor hatta artıyordu bile..
süheyla abla ne civan kadındı, en güzel motifleri bulur buluşturur canı istedi mi paylaşmaktan kaçınmazdı..
seviyordu süheyla ablasını...

içini çekti,
başını çevirince yanında oturan kadınla gözgöze geldi,
utandı, başını önüne eğdi.

gülbahar; umutluydu,
dahası da vardı,
mutluydu..








3 Nisan 2006 Pazartesi

yaaa.. yada yeaah...

biliyorum farkındayım ama,
ben zaten tuzu da çok serperim çorbaya... ;

babafikir..

şu dünyada pek çoklarından esirgenmiş olan kıymetli bir kabiliyet bulmuştu onda;
"bir başka insanı kendinden daha fazla sevebilme kabiliyeti" *

* Elif Şafak-Baba ve Piç- (syf :146)