30 Kasım 2005 Çarşamba

+ 1


eskiden ev tarifi verilirken misal, üç oda bir salon denilirdi.
şimdilerde bu tarif değişti ; 3+1 deniyor, üç oda bir salon değil...
salon kelimesi eskisi gibi kullanılmıyor artık...
oysa eskiler bilir; salon bir evin en müstahkem mevkiiydi..
Versaille sarayındaki aynalı salon misali...
siz basın tribünü benzetmesi de yapabilirsiniz tabii..
ev ahalisinin bu mevkiinin keyfini sürebilmesi için eve gelen misafir yada bayram- seyran gibi ciddi bir vesilesinin ya da bahanesinin olması gerekirdi ki bu gibi özel zamanlarda ev ahalisinin evinde kendini yabancı gibi hissetmesi yada tedirgin olması işten bile değildi...
siz de takdir edersiniz ki şimdilerde durum değişti, artık böyle değil tabiii....
bunun temel nedeni ne olabilir?
tam olarak bilemeyebilirim ama , rahatlıkla kişiden kişiye değişir diye fikir ileri sürebilirim....
bir 20 yıl sonra ne olur ? derseniz bunu tahmin edemeyebilirim....
kadim dostlarımız yaz sonunda yeni bir eve geçmişti...
ziyaretlerine gittik..
çok beğendim...
özellikle +1 'i ...,
sen dedi ev sahibimiz buraya geç, cam kenarına...
peki dedim...,
adeta uçakta gibiydim....
ışıl ışıl Ankara manzarası eşliğinde, ben mis kokulu çaylar içtim.

...

sütlü kahverengi ile petrol mavisinin..,
bej ile lacivertin..,
haki ile gök mavinin aralarında oluşturdukları uyuma bayılıyorum....
içlerinden en çok hangisi dersen ;
haki ile gökmavi derim....

29 Kasım 2005 Salı

akşam akşammm


bak dedi, böyleyken şöyle...
şöyleyken öyle...
bir de öyleyken böyle...
anlıyorum dedim...
hangimizi dedi?
bu sefer kendimi dedim...
o ne demek şimdi ? dedi...
ne kadar sabırlı bir insanım ben dedim...
affedersin başın şişti değil mi? dedi..
yo yooo sen devam et, dostluklar bu günler için değil midir? dedim..
sustu...

havanımda ne var ? dedi...
ceviz olsun dedim, hiç olmazsa ekmek kadayıfının üzerine dökeriz....
haksız mıyım ? dedim...
haklısın dedi...
mevzuuya son noktayı koydu...
gidelim mi dedim?
gittik...

akşam akşam.....

sen dedi her zaman onun tarafını tutuyorsun, bir kez olsun dinledikten sonra bana hak versen !...
yanılıyorsun dedim onu dinlerken de aynı şeyi yapıyorum....
olsun dedi benim onaylanmaya ihtiyacım var, üstelik bunu duymaya..
seni dinlerken onun yerine koyuyorum kendimi onu dinlerken de seni.. ikinize de hak veriyorum dedim..
nasrettin hoca mısın sen dedi ....
ama ben zaten bilginc'im dedim..
ben de ciddiyim dedi..
ben de dedim..
o zaman hak ver bana bir kez olsun dedi..
hak verilmez alınır dedim..
bak gidiyorum ama dedi...
beni de götür birlikte gidelim dedim..
öyleyse benden yana olduğunu varsayıyorum dedi..
say dedim, hadi say...
koluma girdi,
gidelim mi ? dedi...
gittik...

bekle ve gör...

N demiştiniz?

çok basit ama, ben sevdim...
devamını merak etmekteyim....
ve hiç bir fikrim yok
öyle işte....

26 Kasım 2005 Cumartesi

C.C.C.

* Bana, "Cafer Copy Center" daki "C" leri okur musunuz hanım kızım?
^ tabii ki de..
^ birincisi "C", ‘ce’ , ikincisi "C" ‘ke’ , sonuncusu "C" de, ‘se’olarak okunacak.
* aferim size....
^ buraların yabancısısınızmı?
* sakın siz olmayasınız hanım kızım?
^ ben doğma büyüme istanbulluyum..

* çok güzel, pek güzel....
^ siz ?
* ben artık değilim...siz buyrun..lütfen hanım kızım evladım...

yanılmış-mıydım?


dün akşam, haberleri izleyince üzüldüm..

içindeki çürükleri ayıklamayınca bir kasa domatesin tamamı çürümeye mi yüz tuttu..?
nerede o eski mis kokulu, asaletli, dolgun, olgun kırmızı domatesler..,
bunlar yeşil bile değiller..,
bunlar olsa olsa içi kof, süngerimsi, kokusuz, çekirdeksiz, lezzetsiz, tatsız tuzsuz, renksiz domatesler...,
faydası yok ,
hatta zararı çok...

bu çocuklar ne yiyecek..?
neyle ve nasıl beslenecek...?

25 Kasım 2005 Cuma

dün


bu gün,
yolda yürürken,
yanımdan geçip gidenler arasında,
mesleği öğretmenlik olanları,
tahmin edebildim...
ellerinde çiçek buketi,
yüzlerinde gurur vardı,
dimdik ve kararlı yürüyorlardı......
dikkatlice baktım; gögüslerinde başöğretmenin rozetini taşıyorlardı..
içlerinden biri hapşırdı..
çok yaşayın dedim...
siz de görün dedi...

23 Kasım 2005 Çarşamba

doğru & yanlış

yahoo search de şarz yazıp tarattıktan sonra..
neden şarj değil de şarz dendigini şimdi anladım..
ne yapsınlar.. dogrusunu bu sanıyorlar...
pembe gözlüğümle baktım; güldüm..
siyah gözlüğümü taktım; pes doğrusu, bu kadar mı olur dedim..

böyle devam ederse;
üç yanlış bir doğruyu götürecek,
sonunda doğru kalmayacak..
bu gün öğleden sonra saat üç yada üçbuçuk sularında işlek bir caddenin kaldırımında sırtını bir apartmana dayamış, orta yaşı çoktan geçmiş, yorgun yüzlü bir adam maharetle işini icra etmekte, ekmek parasını kazanmaktaydı...
plastik taburesine oturmuş,önüne koyduğu boyasız boyacı sandığının orta yerindeki pirinç ayaklığa -tahtına kurulmuş bir kral gibi- yerleşmiş olan bir ayağın ayakkabısının boyasını tamamlamış, şimdi de sağ elinin işaret ve orta parmağına sarmış olduğu kararmış bir bezi sol elindeki cila kutusuna seri şekilde sürüp beze aldığı cilayı ayakkabıya yedirerek son rötuşları yapmaktaydı...
işini yaparken bir yandan da müşterisi ile konuşmaktaydı..
elleri ve parmakları neredeyse katran karasına dönmüştü..
müşterisinin şeker pembesi eldivenleri ve kar beyazı yün başlığı vardı....
müşteri bir bayan, ayakkabısı ise siyahtı....
o da orta yaşı geçmişti besbelli....
adın cemal mi ? dedi müşteri,
evet dedi boyacı ama bana arkadaşlar camel der...
niye ? diye sordu müşteri,
komiklik olsun işte ,dedi boyacı...
sonra güldü boğuk boğuk...
isim benzerliği diye ekledi...
o arkadaş başka biri olsa gerek....
tüm bunlar olurken oradan geçiyordum...
yoluma devam edip giderken sohbetin seyrini merak etmeden edemedim...

21 Kasım 2005 Pazartesi

cebimde kuru üzüm ve leblebiler..
bir ıslık tutturmuşum...

eskilerden sevdiğim ezgilerden...
adeta potbori yaparken..
tamamen tesadüf-en karşılaştık yolda..
aynı ezgiler..
o da ıslıklıyordu ama o ustaydı,
yılmadan hakkını sonuna kadar veriyordu...
sessizce selamlaştık, yolumuza ara vermeden...
yolumuz, yönümüz farklıydı..
ama ne gam..
ıslığımızdaki ezgiler aynıydı...

20 Kasım 2005 Pazar

19..


çocukken, ne tv ne de bilgisayar ekranıyla henüz tanışmamışken, tanışmamıza da madden ve manen henüz imkan yokken kitaplarımız ve çocuk çocuğa oynadığımız oyunlarımız vardı...
ayşegül küçük anne, ayşegül tatilde, ayşegül falan filan, sonra kemalettin tuğcu serisi; öksüz çocuk, üvey baba, yetimler gibi ki çok faydası olmuştur bizim jenerasyona...
milliyet çocuk kitapları serisi harikaydı -cep kitapları şeklinde-, içlerinden bazıları dilimize tercüme edilmiş; tom amcanın kulübesi, pal sokağı çocukları, fadiş....
sonra biraraya gelip sokakta oynadığımız oyunlarımız vardı; körebe, yakan top, saklambaç, ve elim sende.. tek başına oyun oynanmazdı...
körebede ebe olunca tedirgin olurdum önümü görememekten, hileyi sevmediğim için yada iltiması, gözümü gevşek bağlamışlarsa duramaz, ben alttan görüyorum derdim..hemen oyun durur, göz bağı sıkılır, oyun yeniden başlar , etraf iyice zifir olurdu..kendim ettiğim için kendim bulmaya çalışırdım..

top ile oynanan oyunları sevmezdim..hele yakan topu, adı üstünde yakardı..kıvrak olmayı beceremezsen hırsla ve yakmak üzere atılan toplar hedefine ulaşır ve de kesinlikle yakardı...bu yakma işinden de hiç hoşlanmazdım; ne yakılmaktan ne yakmaktan...
saklambaç ise fena değildi..her an tetikte ve uyanık olmayı gerektirirdi..adrenalini en yüksek oyundu diyebilirim..
elim sende en temiz oyundu... en çok onu severdim, ama fazla koşunca da bir süre sonra başım ağrırdı..
bir de evcilik oyunu vardı ki...evler hep şenlikti...
çocukluk işte...
her neyse...
su doku çıkmış şimdi...
sevdim....

18 Kasım 2005 Cuma

muhalefet..

aslında şu saatlerde yolda oluyor olacaktık..
planlamıştık...
olamadık...
oysaki hafta sonunda uzun yürüyüşlere heveslenmiştik...
bizi alıkoyan hava muhalefeti oldu....
geç kaldık ..biz toparlanıp hadi diyene kadar...
iki gündür durmadan çiseleyen ve haftasonunda kar yağışına çevirmesi beklenen yağmurda gitmeyi değil kalmayı tercih ettik..
vazgeçtik..
pişman değiliz...

17 Kasım 2005 Perşembe

kırmızı ve gri


gelincikler ne kadar kırmızı ise gökyüzü o kadar griydi....
gelincikleri eskiden de severdim ben
ama şimdi,

yer eksi iki olunca
anlamları değişti.
gökyüzü bu mevsimde böyledir hep bilirsin işte ;
gri, puslu ve kasvetli..
baharı bekleyeceksin..
her zaman yaptığın gibi...
ama son bir kez seyretmeliyiz sonbaharın renklerini

sen seversin...,
henüz kar taneleri örtmeden üzerlerini......

16 Kasım 2005 Çarşamba

alaca bulaca

altın sarısı,
civciv sarısı,
saman sarısı,
safran sarısı,
limon sarısı,
ayva sarısı,
kanarya sarısı,
katran karası,
kömür karası,
şeker pembesi,
çingene pembesi,
toz pembe,
gül pembe,
pespembe,
sıklamen pembe,
çimen yeşili,
nil yeşili,
su yeşili,
ördekbaşı yeşili,
çağla yeşili,
ceviz yeşili,
nefti yeşil,
küf yeşili,
zümrüt yeşili,
zeytin yeşili,
yosun yeşili,

ne yapıyosun??
uyuyamıyorum..
ben de.....!
renkleri say...

koyunlara ne olmuş?
şşşşşşt... onlar uyuyordur şimdi....

...


cambaz; tel üzerinde...
yerden bilmem kaç metre yükseklikte....
dengede...
mahirane...
cambaz ; pür keyif......

izleyiciler de...

çok sevgili tom sawyer,
kulaklarınız çınlasın...


denizler, deryalar,
ağlardaki balıklar,
hasbihal olduğunuz balıkçılar
kavuştular ya size..
biz ise;
dün bir
bugün iki
yarın üç........
şimdiden özledik işte.....
arada bir haber gönderin,
biz iyiyiz merak etmeyin diye.....
kulağımız yolda.....

14 Kasım 2005 Pazartesi

büyülü teker...


eski adı kaşar tekeriydi,
sapsarı ve yusyuvarlak olduğu için bu adı beğenmişlerdi ona...
bak ! büyülü fener demişti...
hayııır o bir kaşar tekeri...
ciddi misin?
evet, kocaman bir kaşar tekeri...
seni obur seniii.
süs kaşarı o ..
yenmez ki....
bak !
gün be gün tükenecek ama
sonunda bitecek, hiç kalmayacak..
yeniden yaparlar üzülme sen...
hatırlat arada sen bana ama, hafızam zayıfladı bu aralar..

13 Kasım 2005 Pazar

Beijing 2008


2008 de Pekin'de yapılacak olan olimpiyat oyunlarının maskotları ile tanıştık;
BEİBEİ-JİNGJİNG-HUANHUAN-YİNGYİNG-NİNİ
beibei, balığı
jingjing, pandayı
huanhuan, olimpiyat ateşini
yingying, antilobu
nini, kırlangıç kuşunu temsil ediyormuş...
şimdiden bu şirinleri pek çok yerde göreceğiz demektir...
sabredemeyip niye bu kadar erken gün yüzüne çıktılar ki?
ya yüzleri eskirse....?

11 Kasım 2005 Cuma

perşembe'den sonra cumartesi'den önce


kedi hanımım akşam yemeğinden sonra çekildiğim kanapede kucağıma gelip kendini sevdirdikten sonra olduğu yerde kıvrılıp gözlerini kapattı.huzurlu bir uykuya geçti. başını usulca okşadım, istifini bozmadı..
yorucu ve stresli bir haftayı tamamlamış olan sanki oydu..
cuma akşamları kadar sevdiğim hiç bir gün akşamı olmadı...nankörlük edip cumartesilerin de hakkını yememek lazım ama yine de cumaların yeri bir başka..
hafta içi ağırlaşan ruh, cuma günün akşama döndüğü saatlerde hafiflemeye başlıyor...
ruhun ağırlığını ölçmüşler, 21 gram gelmiş...
duyduğumda brawo demiştim...
bundan 20 yıl önce, biri kalkıp insan bedeninde ruhun ağırlığını ölçtük 21 gram geldi deseydi, ona hokkabazın birisin sen derlerdi..
ama bu gün, bu çalışma itiraz görmediği gibi filmini bile çektiler...ciddi ciddi milyonlarca kişi izledi...
aslında onun kadar önemli bir konu daha var...
ego meselesi ...
etrafa ve kendine zarar vermeyecek, aklı başında bir ego kaç gram gelir acaba...?
tabii ki yaşa, cinsiyete göre değişecektir bu ağırlık ama, bir standarda oturtturulabilir pekala..
hatta cv lere bile eklenebilir ölçülebilen egoların ağırlığı.
standart egoya sahip olanlar tercih sebebidir denebilir, mesela...
o zaman tombul , ne tombulu obez egolular diyete girmek isteyebilir, olur ya..
ego diyetisyenliği diye yan bir branş bile doğabilir..
fena mı olur?




9 Kasım 2005 Çarşamba

boz kaşkol

çalı dikeni,
sağından solundan topladığı
pamukcukları
büyük bir marifetle
eğirip
iplik yapmış ..
yetmemiş
boz bulanık renkte
kaşkol örüp
boynuna
sarmış...
ali babanın çiftliğinde
mee ! mee !
diye bağırmıyor koyunlar
ya
sesleri kısılmış..
ya
bağırmaktan usanmış...
yada
dilleri tutulmuş..!

7 Kasım 2005 Pazartesi

( * ) ve ( & ) vede ( ~ ) birde ( " )

* bakın böyle olmuyor arkadaşlar..! olmaz da zaten ! bu böyle gitmez... şöyle de gitmez....., öyle hiç hiç gitmez...
" sssssssssessizlik..........? (çıt yok)
~ aa tabi tabi gitmez, gitmeeez ,gider mi hiç...bence de...feci haklısınız siz...
& ne olacak peki bu durumda????
* hiç bir şey olmayacak...yani gitmeyecek,gidemeyecek...! gitmemek üzere yapılmış zaten...
~ tabandan tavana kadar haklısınız , bence de, tabi tabiii, gitmez..gider mi hiç..? harikulade bir tespit yeteneğiniz var sizin...!
" sssssssssessizlik........ ?(çıt yok)
& gider, niye gitmesin...! akıl var izan var....gitmez olur mu?

* olur olur, hatta bak! oldu bile, ben düşündüm, tartım; böyle.. sonra bana siz demiştiniz dersiniz...
* gelelim diğer konumuza; arkadaşlar, bu böyle gider, şöyle de gider, hatta biraz uğraşsak, yok yok uğraşmaya bile gerek yok öyle de gide bilir... hiç bir mahsuru yok...
& bence gitmez; ne şöyle, ne böyle hele hele öyle hiç gitmez..gitmek için değil ki o... bilakis kalmak için...ne alaka.....?

" ssssssssssessizlik.....! (çıt yok)
* olur olur, gider o gideeer, hem de nasıl...sonra bana siz demiştiniz dersiniz...

~ bence de gider...korkunç haklısınız siz, niye gitmesin ki, gider....biraz düşünsen sen de bize hak vereceksin....
& allahım...!
* hı?
& yok bir şey...

* tamam galiba di mi?..dağılabiliriz...aa unutuyordum "biz gidiyoruz"
& ???
~ kim kim??
* sen , ben ve çorbacı......
~yaşasınnnn..peki ya &o ve "bu ?
* &o bekleyecek buraları , hadi "bu da gelsin bakalım ,biz bi gidip gelelim....

kim tutar sizi......


lüküs ağaç

2 Kasım 2005 Çarşamba

şerbeti bol olsun......

+ yarın bayram biliyorsun di mi?
# bilmez miyim...!
+ne yapıyorsun...?
# iyiyim, oturuyordum...
+ işlerini yoluna koydun mu?
# hı ? hangi işleri..?
+ bayram hazırlıkları falan...
# bayrama hazırım tabii ...size gelicez tatlılar, börekler, sarmalar.....mmmm...
+ heyecanın yok oldu senin...niye..?
# kim demiş heyecanım yok olmuş diye.....tabii ki heyecanlıyım....yarın perşembe ve sonra cuma; iki mesai gününde de evimdeyim..öyle böyle değil sabahtan akşama kadar..arayan soran olmayacak, yetiştim yetişemedim telaşı yok..üzerine bir de c.tesi pazar...off off offff...daha ne olsun... heyecanlıyım...çok... kedi hanımımın da ilk bayramı olacak..
+ hadi ordan, dalgacı seni...
# deniz soğuktur şimdi....kedim ve ben ; biz sıcak severiz..
+ her bayram mutlu ol ...
çok yaşa....
# hep birlikte.....
# sağ ol ,var ol, hep ol/un.....





acıyı paylaşmak



aile içinde şifası zor bir hastalık ya da vefat haberi olduğunda bana en son söyleniyor ya da ağızlardan kaçmış oluyor ya da ben anlıyorum canlar sıkılmış, ne oldu deyip ısrar edince söylemek zorunda kalınıyor.....
cünkü çok üzülüyorum...

üstüne üstlük böyle bir haber alınca uzakta olanı aramak yakında olanı ziyaret edip geçmiş olsun demek ya da baş sağlığı dilemek bana zor geliyor...

beylik cümleler kurup kasılıp kalıyorum..
oysa tebrik etmek, kutlamak ve bir sevinci yada başarıyı paylaşmak ne kadar da kolay.....
sıkıntılı ve acılı zamanlarda insanlar genellikle aranıp sorulsun yada ziyaretine gidilsin ister deniliyor......

misal ben, böyle durumlarda yalnız kalmak isterim..
ne çevremdeki kalabalığa ne çalan telefona ne de kapı ziline katlanabilirim..
belki bir çoğu için de böyledir ..
ama biz, böyle zamanlarda aramak, sormak hatta yanına gitmek gerekir diye onun adına karar verip hareket ederken buluyoruz kendimizi...
dünden beri ertelediğim telefon konuşmasını bu gün yapmak gerekiyor..
yarın bayram..
hiç olmaz...
hadi....

incecikten......

beklenen oldu....
inceden beyaz bir örtünün altına saklanıverdi şehir, akşamın geceyle buluştuğu saatlerde....
aceleci davrandı, sabırsızlandı...
ayva da bolmuş bu mevsim...
nerde benim eldivenlerim...
sabaha lazım olacak....

bayram şekerleri.....