27 Nisan 2007 Cuma

kedimbile...



hic bir seyden haberin yok senin; keyfin keyif hani...



yaa iste boyle kedi hanımcığım..
keske söylemeseydim; keyfin kaçtı senin de....

kale


kaleye çıktım; en tepeden bakmak istedim; en tepeye...
kara bulutlar kaplamıştı..
nereyi mi?
en tepeyi !

20 Nisan 2007 Cuma

seni bu halinle de seviyorum..


...............özgöregöregözgöregöregözgöregöregözgöregöregözg........

JETSET....

Otel -üç suitboru- ilk defa Temmuz 2005’te Tuna ırmağına manzaralı bir alanda kapılarını açmış. Sezon ekim ayında sona erince Tuna ırmağı kıyısındaki yeni yerlerine -Ottensheim’a- taşınmış. 2007 sezonu için Maribor/Slovenya bölgesi planlanmaktaymış ve 2009 için genişletme isteği sürmekteymiş.

Suitboruların iç çapı 2 metre - uzunluğu 2,5 metre - ağırlığı ise yaklaşık 9 tonmuş. Bu nedenle sabitlemeye gerek yokmuş, sadece çevresindeki çimenlik alanı düzenlemek yetiyormuş.

Suitlerin kapısı 50 cm çapında, elektronik sayı koduyla çalışan kilit sistemiyle donatılmış, bu kod yalnızca reservasyonun yapılmış olduğu tarih aralığında geçerliymiş. İçeriden açılıp kapanabilen kapı ve havalandırma sistemi yeterli miktarda günışığının içeriye girmesini ve taze hava giriş çıkışını sağlıyormuş.

Yatma alanı 140 cm genişliğinde -hijyenik olsun diye soğuk köpükten tasarlanmış-, 220 V’luk bir priz sayesinde elektronik aletleri kullanmak ya da şarj etmek de mümkünmüş.
Suitborularda konaklama ücreti “pay as you wish” kuralına dayalıymış. Yani konaklayan uygun bulduğu miktarı ücret olarak bırakıyormuş.
Rezervasyon internet üzerinden yapılıyor ve en fazla 3 gün kalınabiliyormuş..
İlginç bir deneyim olmalı...

15 Nisan 2007 Pazar

fantezi..


sabah yediotuz, inceden bir tipi var Ankara sabahında...

birkaç gündür devam eden ayazın nedeni buymuş demek.

nisan ayında, pencereden tipi halinde yağan karı, fonda uğuldayan rüzgar eşliğinde seyrederek sabah kahvaltısını yapmak nasıl bir duygudur; şükür ki artık bunu biliyorum..

daha bitmedi; saat onbeşkırkbeş ve sabahkine göre daha iştahlı ve telaşlı yağıyor kar, zannedersin ki çok acelesi varmış da geç kalmış ...


koskoca kış boyunca böylesine coşkulu yağmayışının ardından senden umudumuzu kestik artık diyenlere geç de olsa buradayım, varım, böyle estirir, böyle de savurturum der gibi...

yalnız pembeye beyaza bürünmüş, en güzel elbiselerini giyerek beklemeye durmuş ağaçlardan biri çıkıp özür dilemeli..

neye uğradıklarını şaşırdılar da....

bu satırları yazarken tipi dindi ve yaz sıcaklarını çağrıştıran sımsıcak bir güneş çıktı bulutların arkasından, ama ısıtmıyor....

garip şeyler oluyor buralarda....

14 Nisan 2007 Cumartesi

12 Nisan 2007 Perşembe

zarf & mazruf

Henüz tanışmadıkları ama göz aşinalığı olduğu dönemlerde O'nun oldukça hoş, zarif, narin, nazik, canlı, konuşkan, kendini seven, uyumlu ve uysal biri olduğunu düşünürdü ve beğenirdi, hatta takdir ederdi.
Sadece kendisinin değil çoğunluğun da fikri, görüşü böyleydi ve O bulunduğu toplum içinde popüler biriydi..
Gelgelelim zaman içinde kendiliğinden gelişen yakınlaşmadan ve aralarında güven duygusunun oluşmasından sonra O'nun kendisine açılması, kendisini ve yaşadıklarını anlatmasıyla birlikte aslında onun ne kadar dikbaşlı, ısrarcı, gözükara, dobra, hesapçı, plancı, eğer isterse çok yardımsever ama istemezse bir o kadar bencil (garip bir çelişki ama aynen böyle), merhametsiz hatta hain biri olduğunu sezmişti.
Zaten kendisi de böyle olduğunu aralarında geçen konuşmalarda yeri geldikçe vurguluyor, üstelik bu özelliklerinden ötürü içten içe garip bir şekilde övünç duyuyordu.
Büyük ihtimalle güvenden kaynaklanan bir duyguyla kendini tamamen açtığı, serbest bıraktığı o küçük grup içinde, olaylar karşısında gösterdiği tepkilerden, paylaşımlarında övünçle bahsettiği kendisinin ta kendisi olduğunu, dışarıdan bakıldığında görünenlerin ise bir yanılsama olduğunu anlamak zor olmamıştı.
Bu yanılgıyı o hafta sonunda bir kez yaşayacak ve bir kez daha şaşacaktı...
O, kalabalık bir grubu ev sahibi olarak başrolde ağırlayacaktı. Gelenlerin hepsini tanıyordu hatta bazılarıyla samimi sayılırdı.
Davet edilenlerin gelmesiyle birlikte ortam sıcaklaşmış, konuşmalar, kahkahalar birbirine karışmış, küçük küçük gruplaşmalar oluşmuştu.. Ev sahibi ise o dikbaşlı, ısrarcı, dobra, hesapçı, plancı, bencil, ve dahi hain haline tezat oluşturacak şekilde gayet zarif, gayet hoş ve nazik tavırlarıyla herkes ile ayrı ayrı ilgileniyor, şevkatli bir yakınlık gösteriyor, ak diyene ak, kara diyene de kara diyerek onay veriyor, uysal ve uyumlu bir tutum sergiliyordu. Bir yandan da yerinde durmaksızın oradan oraya gidip gelerek misafirlerine saygıda ve sevgide, ikramda ve hizmette kusur edilmemesine çabalıyordu.
Zaman zaman gözgöze geldiklerinde onun aklından geçenleri çok iyi anlıyor ama evsahibi rolündeki başarısını ayakta alkışlıyordu.
davet oldukça hoş, hatta eğlenceli geçmişti...

- o sen miydin sahiden?
* hayır, tabii ki değildim, hatta sinir oldum kendime...

O, yelpazedeki renklerden sadece biriydi...
emin olduğu şuydu ; hiçbir şey nedensiz değildi...

10 Nisan 2007 Salı

yaratık...

"Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor; sinemadançıkmışinsan. gördüğü film ona bir şeyler yapmış. salt çıkarını düşünen kişi değil. insanlarla barışık. onun büyük işler yapacağı umulur. ama beş-on dakikada ölüyor. ."

böyle diyor yazar, kitabında.
aradan çok yıllar geçmiş geçmesine ama bu tırnakiçiparagraf hala geçerli...
satırlar arasından kalemimle ok çıkararak tırnakiçiparagraftakiyaratık'lara bir kaç tane de ben ekledim; dostlarıylabirlikteçakırkeyifbirakşamgeçirmişinsan, sevgilisiylekavgaedipbarışmışinsan, saçınınrenginivemodelinideğiştirmişinsan, tatilegidipdönmüşinsan, uzunzamandıraradığıbirkitabıkitapçınınrafındabulaninsan...
gider bu böyle...
yaratık aynı, oluşum nedeni ise farklı...

yazarın tespiti doğru; O'nun büyük işler yapacağı umuluyor ama, O beş-on dakika sonra ölüyor.
peki ölmemesi için yada daha uzun süreli yaşaması için birşeyler yapmak mümkün değil mi?
hayır, değil...
ben de gözlüyorum; duygular sanki dolunayın etkisindeki suların med-cezir hali gibi..bir bakıyorsun mutluluktan gökyüzünde uçacak hale geldiğini sözleriyle yada kelimeleriyle dostun düşmanın yüzüne haykıranlar -beş on dakika sonra olmasa bile- kısa bir süre sonra bu kez de yedi kat yerin dibinde kahırdan kederden boğulduğunu haykırabiliyorlar....
arkadaş, sen değilmiydin üç gün önce gökyüzüne kanatlanıp uçan, ne oldu, nasıl oldu da bu kadar kısa zamanda bu hallere düştün...?
üzücü ve düşündürücü bir durum tabii....
yazar bu duruma, yani sinemadançıkmışinsan yaratığının uzun süre hayatta kalamayıp ölüp gitmesine buraya kadar bir çare bulmuş değil.. (belki sonunda bir çare buluyor olabilir; kitap henüz bitmedi.. )
ama bu yaratıklardan nasıl çoğaltılır buna bir formül geliştirmiş hayalinde.
o da şöyle;
sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleri..
Bunları kurtarmanın yolunu biliyorum; kocaman sinemalar yapmalı, bütün dünyada yaşayanların tümünü sokmalı bunlara, iyi bir film görsünler, sokağa hep birden çıksınlar..