31 Ağustos 2005 Çarşamba

neşeli ol ki genç kalasın...



Yiğit Özgür 'ün bu karikatürlerini görünce epey güldüm...
sonra bir şey dikkatimi çekti..gözün yazıları soldan sağa doğru takip etme özelliği/ mecburiyeti resimler ve objeler için de böyle demek ki...çünkü ikinci karikatüre bakınca, okumaya önce evlenmek isteyen delikanlı! dan başlayıp babada bitiriyoruz ve karikatür amacına ulaşıyor...ama göz babadan başlayıp delikanlıya doğru takip ederek okuyacak olsa espriyi ve sürprizi yakalayamayacağız....
bunu daha önce farketmemişim...hayret doğrusu....

27 Ağustos 2005 Cumartesi

sezonu açtık....


Bu gün sevgili arkadaşımla dün akşamdan sözleştiğimiz gibi sabah buluştuk…ver elini Tunalı…ne var ne yok diye şöyle bir bakacağiz ama asıl niyet, onun alması gereken zorunlu bir kaç kalem var…sabah erken çıkalım, hem serin hem tenha olsun dedik…erken dediğimiz sabah on ..ama benim gibi hafta sonlarında bile en gec yedide ayakta olan biri için neredeyse öğle üzeri….söz verilen yerde ve saatte buluştuk…iki mağazanın sadece vitrinine şöyle bir baktıktan sonra her zamanki ayak alışkanlığı ile üçüncü mağazaya vitrinine bakmadan girdik- kiii..aman allahım…sürprizzz…yeni sezon açılmış….içerisi hem cıvıl cıvıl hem şıkır şıkır…..öyle böyle değil..mevsimlik sweetler, ince trikolar; V yakalısı, sedef düğmelisi,balıkçı yakalısı, kayık yakalısı, süveterler, kadifeler; pantalonlar, ceketler…..mont ve kabanlar…!! hepsi askılarda ve standlarda yerini almış, gururlu, sessiz , sakin yeni sahiplerini beklemekteler..renkler nasıl iştah açıcı ;tarçınlar, hakiler, kahveler, tabalar, bejler, hardallar bunun yanında koyu mürdümler, açıklı koyulu bordolar, maviler, turkuazlar, neftiler ve petrol mavileri…her biri ayri güzel… öyle baştan çıkarıcı ki direnmek ne mümkün… ve baştan çıktık tabii..baharat renklerine ve açıklı koyulu tonlarına oldum olası tutkunum….bir sonbahar çocuğu olduğum için belki…bayıldım..bizimle ilgilenen satış elemanı işinde o kadar iyiydi ki incelediklerimizi uzaktan uzağa bir süre gözlemiş, ben sizi çözdüm diyerek gülerek yanımıza geldi..biz sectiklerimizle deneme kabinine gittiğimizde bir süre sonra zevkimize ve tarzımıza çok uygun birbirinden güzel şeylerle yanımıza geldi..bu cici kızın gayretleri ile gördüklerimiz karşısında harekete geçen satın alma dürtümüz birleşince….. sezonu açmış bulunduk .….
Bu arada bir kahve içimlik alışverişe mola verelim dedik..mutluyduk….kahve de hiç fena değildi…
Kahvelerimizi içerken bir yandan da düşündük…giyim kuşam alışverişi kadınlarda çoğu kez ihtiyacların sınırlarını aşıp tutkuya dönüşmekte..dönüşmesi için de giyim sektörü gayet güzel çalışıyor…çok da başarılılar…ama bunun bir de sonrası var ki o kısımla ilgilenen yok gibi..şunu demek istiyorum…yeni cicilerimizle eve dönerken bunlara dolap ve çekmecelerde yer açmamız gerektiğini konuştuk..…artık kullanım dışı bıraktığımız ama yine de elden çıkarmaya kıyamadığımız, ya da kilomuz değişince yine kullanırız diye askılarda beklettiğimz giysiler zaman içinde yenilere yer bırakmamacasına öyle birikiyor ki…. elden geçirip- yine bir kısmını kıyamayıp ayırıp- kalan kullanılmış giysileri elden çıkartmak için bildiğimiz tek bir yol var; ya apartman görevlimize ya da temizliğe gelen yardımcı kadına kullansın yada ihtiyacı olanlara dağıtsın diye vermek..bazen verilen giysiler onların da beden ölçülerine ve alışkın oldukları giyim tarzına yada zevklerine uygun değil…öyle olunca acaba diyorum verilenler giyilmekte mi? yoksa onlarda bir şekilde ellerinden çıkarıyorlar mı?.. peki bu kullanım dışı kalan giysileri başka şekilde değerlendirmek mümkün olmaz mı?..misal, kullanılmış kağıt, cam ve plastik ürünlerde olduğu gibi.. giysiler de ekonomiye katkı sağlayacak şeklide geri dönüşümlü olarak yeniden işlenebilse..önce elyafa dönüştürülse.. sonra iplik olarak yeniden işlense...eminim ki bunu biz düşünebildiğimize göre işin içinde yer alanlar da düşünmüşlerdir elbette...
astar-yüz meselesi mi acaba?
ya da ne...???

25 Ağustos 2005 Perşembe

oyun..!


bu gün öğle yemeğinde internette oynanan yabancı kaynaklı bir oyundan söz edildi ..eve dönünce bu siteyi ve sözü edilen oyunu arayıp buldum…aynen söyledikleri gibiydi…dehşet…öyle böyle değil ama… oyunun adı , KILL THEM ..
adeta korku filmi gibi…ben korku filmlerinden hoşlanmam…kan revan, çığlık, her tür kesici delici alet, kaçma kovalama, gerilim, bir sürü yürek sıkan görüntü…bünyemi bu görüntülerle zorlamam, bu tür seyirleri ruhun doğasına aykırı buluyorum…. diyeceğim o ki, bu oyun korku filmlerine taş çıkartacak cinsten..üstelik bir de çocukların oynadığını düşününce, o körpe zihinleri, ruhları düşününce bu ne acımasızlıkdır dedim kendi kendime…düşündüm..daraldım..içinden çıkamadım..
oyun kısaca şöyle; mause ile idare edilen katil bir araba var… mause hareketiyle araba yayalar üzerine sürülüyor, yayalar da iç parçalayan çığlıklar atarak, panikle oradan oraya kaçışıyorlar...arabayla çarpılan, kan revan içinde asfalta yapıştırılabilen her yaya oyuncunun hanesine + puan olarak geçiyor…..
hedef 90 saniyede yayalara çarpıp ezerek hepsini yok etmek..!! yani KILL THEM..
şaka gibi değil mi?? ama şaka değil.. aynen böyle…bu oyun oluyor şimdi ….. …nasıl şeydir…????? aklım almıyor….gerçekten…
kimbilir bilmediğimiz daha neler var….
hafta iyi başlamıştı ama…
canım sıkıldı yine işte..….

23 Ağustos 2005 Salı

kırmızı pelerin...

kedi hanim bu sabah uyandiğımızdan beri evin içinde oradan oraya zıplama pozisyonunda...hatta zıplama da denemez adeta uçma, uçuşma durumunda..geçenlerde bir evcil sitesinde kedilerin de rüya gördüklerini okumuş, çok şaşırmıştım...ama şimdi neredeyse inanacağım...bizimki de bu gece rüyasında süpermeni görmüş olabilir mi acaba...olur mu olur...yoksa sabah sabah bu ne enerji, bu ne coşkudur böyle...bu gün en iyisi ona şöyle kırmızı bir pelerin uydurayım...parlak satenden güzel bir şey olsun..boynundan yine kırmızı bir kurdelayla bağlansın..ya da trende uygun epritilmiş, azicik da rengi atmış kırmızı bir kumaştan mı olsa...nasıl sever bilmiyorum ki??....en iyisi ikisinden de yapmakta yarar var, dönüşümlü olarak giyer....yok aslında giyemez...boynuna takar takmaz ilk beş dakika içinde kullanılamaz hale getirir nasıl olsa....
ben çocukken bir çizmeli kedi masalı vardı...masaldaki kapkara cingöz, uyanık bir kediydi...kırmızı rugandan dize kadar uzanan yumurta topuklu çizme giyer bir de kenarına kaz tüyü takılmış robin hood şapkası takardı...yüzünde de hep hınzır bir gülümseme...bizimkinin fiziksel olarak çizmeli kediyle yakından uzaktan ilgisi yok...ama bu gunden sonra karar verdim kedi hanımımı masal kahramanı yapacağim..
kırmızı pelerinli kedi .....
isimde çizmeliden biraz esinlendik ama bizimkinin huyu suyu farklı olduğundan masalın içeriği de tamamen farklı olacak...
benim masal meraklısı minik yeğenim kendinden uzakta olan teyzesinin bu yeni kahramanına ve maceralarına bayılacak... ben yazıp yollayacağım, annesi ona ekrandan okuyacak..
ama önce şu pelerin işini halletmem lazım...

hafta güzel başlamıştı...
biliyorum güzel devam edecek....

22 Ağustos 2005 Pazartesi

sürpriz pazartesi

gün sıradan bir pazartesi gibi başlamıştı...
öğle üzeriydi....
kahveme su almak icin masa başından kalktığımda açık duran kapıdan bir baş uzandı ve süp-riiiiizz...
bir an algilayamadim, biraz geç intikal etti...hemen toparladim....
inanmiyoruum, sen ?????....hiiii.......canim benim diye bağirarak surpriz sahibini kucaklamak üzere kahve kupasını masaya bıraktım...baktım yalnız değil, yanında neredeyse boyunca, yakışıklı gülen bir surat, kocaman fırıl fırıl gözler, tıpkı annesi gibi...
yıllardır görüşmemiştik..lisanstan arkadaşım, okul bitince o ankara'dan ayrılmış bir daha görüşme şansımız olmamıştı ..sonradan evlenip eşinin deniz sevdası üzerine ege'ye yerleştiklerini duymuştum...
-nasıl buldun beni ? dedim
-hiç değişmemişsin, hala aynı....
- onu demiyorum :))) burayı nasıl buldun...??
- cok güzeell, tam sana göre, sevimli,
-ya offf.. :)) izimi nasıl buldun diyorum...??
gülüştük bir süre, hala muzipti, eskisi gibi.. ben de fena sayılmazdım ama o kan kırmızıydı...
seni bulmak hiç de zor olmadı, elimizle koymuş gibi dedi...
baktım kapıdan içeriye ankara'da yaşadığı için hala görüşebildiğimiz, benim sınıf onun ise sıra arkadaşı girdi..sarıldık, sarmaştık...dün geldiler, bende misafirler dedi, sabah senin kulaklarını kahvaltıda çınlattık ve sürpriz yapmaya karar verdik.. şimdi burdayız işte dedi...çok keyiflendim tabii...kahvelerimizi içtikten sonra akşam yemeği için sözleştik..vedalaşıp ayrıldılar yanımdan, akşam buluşuncaya kadar; kuğulu park, atakuleden kuşbakışı Ankara manzarası, seymenler ve botanik parkı gezilecekti, yarına da anıtkabir, etnografya müzesi ve eski meclis binası görülecekti, delikanlı dönüşte babasına iki günlük ankara ziyaretinden anlatacak bir sürü şeyle dönmek istemekteydi...
akşam söz verilen yerde buluştuk, gezmekten ve sıcaktan biraz yorulmuşlardı.. sohbetimiz yemek sonrası koyulaştı, cep telefonundan burada olan diğer sevdiklerimize de ulaşmaya çalıştık, atlayın gelin biz burdayız diye...biri marmaristen çıktı, diğeri istanbul'daymış...sohbet devam etti, kah güldük, kah gözlerimiz buğulandı, yıllar içinde kaybettiklerimizi andık....
güzel bir bir bahanenin neden olduğu ankara seyahati yarın akşam bitecekti...biz masada konuşurken bir ara delikanlının gözleri uzaklara daldı gitti... ne düşünüyorsun sen öyle bakalım deyince annesine dönüp, babam ona aldığım hediyeyi beğenir di mi ? diye sordu...annesi evet oğlum emin ol çok beğenecek dedi...bu soruya hepimiz birden güldük....oysa biz kimbilir neler düşündüğünü tahmin etmiştik....
hafta güzel başladı....

18 Ağustos 2005 Perşembe

kadın & erkek & kulak misafiri 1& 2

mekan: market- odeme sırası.
zaman: akşam saatleri

erkek: ne oldu yine ?
kulak misafiri 1 & 2 : ??????????????????
kadın: bir sey yok..
erkek: nasıl yok !
kadın: yok işte !
erkek: seni anlayamıyorum..inan çözemedim hala.....
kadın: çözmede zaten....
erkek: niyeymiş o..?
kadın: çünkü......., çözersen......... başka probleme geçersin sen...bilirim...!
kulak misafiri 1 : !!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

kulak misafiri 2 : :)))))))))))))))))))))))))))))

17 Ağustos 2005 Çarşamba

yaşama kaldığı yerden devam etmek....





bahardan yaza gecerken bir hafta sonunu düzce-gölyaka'da gecirdik..
doğal güzellikleri ile gördüğümüz en güzel yerlerden birisiydi...ormanlarla çevrili ve yeşilin her tonuna sahip pürenli yaylasında, balıklı yaylasında ve krater gölü çevresinde yürüşler yaptık.. yayladan sayamadığımız kadar çok merdivenden inerek orman içinde 120 metreden dökülen güzeldere şelalesine ulaştık, mis gibi köy ekmekli sofralarda yemek sonralarında sohbetler ettik, dağ çileği reçelini tattık, yaylalardan ev yapımı yağ ve peynir satın aldık, merkezde müzesini gezdik, her birimiz gördüğümüz güzellikleri unutmamak için mümkün olduğunca çok fotoğraf çektik, çektiklerimizi dönüşte birbirimize kopyalayarak anı arşivimizi zenginleştirdik..
gölyaka'nin doğal güzelliklerinin yanı sıra önemli bir özelliği daha var..1999 depreminin başlangıç noktası buradan geçiyor...hatta gösterdiler bize...görünce ben çok kötü hissettim.....resmini çekenler oldu...gölyakalılar ile yaptığımız küçük sohbetlerde söylediklerine göre burada maddi hasar büyük olmuş ama teselli edici bir yanı var; yaz ayı olması nedeniyle evlerden yaylara geçildiğinden can kaybı nispeten çok değilmiş...
gördüğümüz o ki; gölyaka yaşadığı dramın izlerini üzerinden atmaya başlamış, yeni projeler üzerinde çalışmalar başlamış...yaylaları dağ turizmine açmayı ve burayı kayak merkezlerinden biri haline getirmeyi hedeflemişler...burada büyük bir kaplıca merkezi kurulması için de çalışmalara başlanmış...
bunları duyduğumuzda çok sevindik...
hem ilçenin gelişmesi açısından hem de bu güzelliklerin pek çok kişi tarafından paylaşılması imkanının yaratılacak olmasından dolayı...

16 Ağustos 2005 Salı

keyif.......


bir yaz daha bitmek üzere....
eylüldeki uzatmaları saymazsak....
artık sevdiklerim, sevenlerim bir bir dönmeye başladılar...
keyifli bir durum bu...
başı ben çekmiştim...
belki bir uzatma alırım...
eylül.. denizin en güzel zamanıdır ege'de....

cok sevdigim arkadasim aradi mutfakta şeftalili tarifle uğraşırken...
ben geldim haberin olsun dedi.....
hadi hemen atla gel dedim...bak sana ne pişiriyorum...çok seveceksin....
nerden biliyordun ki geleceğimi dedi...
ben bilirim dedim..içime doğdu....
sabah geldim, yorgunum dedi...
üstelemedim.....
sen bana ondan yine yaparsin dimi ?? dedi...
tabii dedim..yaparim...daha neler yapacağim...sürprizlerim var...
hayrola ?? dedi...neler oluyor....??
bir şey yok dedim....
üstelemedi....
bir diğer arkadaşım mail atmış döndüm diye....
cep telefonunu kaybedince tüm numaraları da gitmiş tabii..
maili olanlara tek tek yazıyor beni arayın diye...
zor bir durum...

mutfaktan güzel kokular gelmeye başladı...
ben en iyisi yavaş yavaş çay hazırlamaya başlayayım......

şeftali...


yemek günlüklerini bir süredir büyük bir keyifle izliyorum...her birinde birbirinden marifetli güzel insanlar becerilerini harika görüntüler eşliğinde bizlerle paylaşıyorlar....birbirinden lezzetli görünen bu yemeklerin yanı sıra bana göre önemli olan bir başka şey de aynı işi yapan insanlar arasında görülen doğal rekabetin bu bloglarda dostluk ve dayanışma ile nasıl güzel devam edebildiği....hepsinde sıcaklık, dostluk, samimiyet vede taktir ile cesaretlendirme var...zevkle ve ilgiyle izliyorum...izlemekle kalmayıp herbirinden seçtiklerimle kendime arşiv oluşturmaya çalışıyorum..yepyeni lezzetler keşfediyorum, bilmediğim yeni şeyleri öğreniyorum....ama henüz uygulamaya geçmiş değilim...
şeftali-ye etkinliğinde, şeftalinin büründüğü birbirinden güzel halleri gerçekten çok hoş...
bu gün iş çıkışı eve bir kilo şeftali ile döndüm....tariflerden birini akşam deneyeceğim..ama hangisini...karar vermek çok zor... çayın ya da kahvenin yanına arkadaşlık edecek bir tarifle başlamak istiyorum .....
en iyisi mutfağa geçeyim...
bakalım aynı güzel görüntüyü tutturabilecekmiyim.....

15 Ağustos 2005 Pazartesi

Bodzie......



Bodzie'nin fotoğraflarını
görünce bayıldım....
bu nasıl bir tatlılık, nasıl bir şirinliktir böyle....
hemen resmi buyuterek kedi hanımı alıp ekranın karşısına geçtim....
bak kedi hanım, ne tatlı değil mi?? dedim...
merakla bekliyorum tepkisi ne olacak diye...
şöyle bir ekrana baktı, başını geriye doğru çekti, gerildi, sonra dönüp bana baktı....

çok tatlı değil mi? diye sordum....
ses vermedi...
kucağımdan indi....salına salına yürüdü gitti...

geçen cuma veterinerlik fakültesine gittik..ikinci aşısı için.......artık sebze yedirmeye alıştırın dedi doktor ablası...havuç ve karnabahar önerdi....tavuk suyunda haşlanmış....
deneyeceğiz....aksi halde protein ağırlıklı beslenmeye devam ettiğinde böbrekler yoruluyor ve sorunlar ortaya çıkabiliyormuş...bu arada meyveli yoğurdun her çeşidine özellikle de orman meyveelli ye bayılıyor....
artık onu odasına götürmenin zamanı geldi...
Sezen Cumhur Önal ekranda konukları ile vedalaşıyor ve haberler sonrasında beklediğim belgesel başlayacak...
bu arada, Sezen Cumhur kendimi bildim bileli hala aynı ...

hayret ki ne hayret....
nasıl başarıyor ...çok merak ediyorum...
ortalık sakin, çayım demlendi hazır.....
artık keyif zamanıdır ....

14 Ağustos 2005 Pazar

Gökçekısık İstasyonu.....


geçtiğimiz bahar aylarından birinde TRT 'de bir belgesel izlemiştim.
"sessizliğin ortasında-gökçekısık istasyonu"...
belgesel; anadolu'da küçük bir köy istasyonunda tek başına görev yapan hareket memurlarının anlatımlarıyla, sukunet ve yalnızlık ile tanımlanan, giderek günümüz toplumuna yabancı kalan bir yaşam tarzını, tren yolcuları ile gökçekısıklılar’ın gözünden dramatik çelişkilerle izleyiciye aktarıyor..
farklı kurgusu ve sunum şekli ile çok etkileyici...
belgesel bittiğinde ve başka bir programa geçildiğinde ben hala o istasyonda görev yapan istasyon şefini ve soylediği son sözlerini düşünmekteydim...
duyarlılığın cinsiyeti olmaz ama belgeselin yönetmeninin ve yapımcısının kadın olduğunu görünce....bir konu ancak bu denli naif sunulabilirdi dedim kendi kendime....
şimdi bu belgeselin tekrarı veriliyor...

15 Agustos 2005, Pazartesi
TRT2.. 23.30

bir kez daha seyredilmeye değer....



C.Y.


en uzak mesafe;

ne Afrika’dır,

ne Çin,

ne Hindistan,

ne seyyareler,

ne de yıldızlar geceleri ışıldayan…

en uzak mesafe;

iki kafa arasındaki mesafedir,

birbirini anlamayan…

12 Ağustos 2005 Cuma

uzaklarda....

tanımıyorum..
tanışmıyorum...
ilk defa dinledim...


TOWN HERO

Da de da da....

Mark my place dad, I will return someday
Pack my things mom as you did before
I will remember what you've taught me all those years
I'm gonna be a star one day
Mom please, wipe away those tears

It seems so far now
We've been through these before
But the difference this time is, well, I don't know
I will remember when I cried you used to dance with me
That baby is grown now
And is going out for fame

Town heros come, town heros go
But they're remembered for so long
I want to be a part of that

Da de da da....

http://www.ekincaglar.com/music/townhero.html

söz , melodi ve seslendiren o yumuşacık ses.....
nasıl güzel bir uyumdu böyle...
defalarca dinledim....
yurekten kocaman bir selam gönderdim....
uzaklara....
harikasınız.... !




11 Ağustos 2005 Perşembe

hatır & gönül


bir yere ilk defa gitmişsem üç yeri mutlaka ziyaret etmek isterim; birincisi yöresel gıdalar satan hal yada köylü pazarı ikincisi yöresel yemekleri yiyebileceğimiz bir lokanta, üçüncüsü gittiğimiz yeri hatırlatacak yöreye özgü el sanatı ürünleri satan bir mağaza...
vaktiyle karadeniz'de bir sahil şehrine gitmiştik...kaldığımız süre içinde şehir merkezinde yöresel yemekler pişiren bir lokanta bulamadık... sayıca yeterince çok oldukları halde hemen hemen hepsinin mönüsü pide, kebap ve tavuk çeşitlerinden ibaretti...bir iki dükkanda da klasik sulu yemekler servis ediliyordu...laz böreği, karalahana çorbası, dible, muhlama yapan tek bir yer bile bulamadık... dördünden geçtik birine bile razıydık...ama maalesef...
ertesi gün üniversite gençlerinin gittiği bir kafede birşeyler atıştırırken sahibi olan güleryüzlü bey ile kısa bir sohbetten sonra derdimizi lisan-ı münasiple dile getirdiğimizde ve nedenini öğrenmek istediğimizde talep olmuyor o yüzden dedi ve bize hafta içinde falanca gün lütfen yine gelin dedi...bir sürpriz yapacağini hissederek söz verilen günde kafeye gittik...
sagolsun neyi merak edip yiyemediysek eşine yaptırıp kafeye getirtmiş....eşi de gelmiş.. tanıştık... o da güleryüzlü gençten bir hanımdı...tarifsiz mutlu olduk...karşı koymalarına rağmen ısrar ederek hesabı zorla ödeyebildik...çıkışta dükkanın adresini not edip, döndükten sonra teşekkür kartı gönderdik...
bir daha yolumuz düşmese de biz onları hala unutmadık...
belki onlar da bizi bir süre unutmamıştır....

9 Ağustos 2005 Salı

konservenin akıbeti.......

bu gün yine çok güldüm...öğle arasında aktarılan bir olaya.....
kedi sahibi olunca sohbetler dönüp dolaşıp kedi hanıma geliyor sonunda...söz kedilerden açılınca da vaktiyle yaşanmış bir olayı anlattılar...
yine gözümden yaş geldi...
24 saat görev yapan bir kuruluşta personel tarafından beslenen bir kaç kedi var....yemekhaneden besleniyorlar...ama bir ablaları var ki... onun da evde beslediği kedisi var ve bu kedileri kendi kedisinden neredeyse ayırt etmiyor...yemekhane artıkları ile beslenmelerine gönlü razı olmadığından evde beslediği kedisinin hazır mamalarından getiriyor, ofisteki dolabinda her zaman bir iki kutu yaş mama bulunduruyor ve kedicikler yufka yürekli ablalarının bu ikramları karşısında son derece mutlu, bayram etmekteler...
bir gün yufka yürekli abla sabah işe geldiğinde her sabah olduğu gibi kedicikler tarafından heyecan ve sabırsızlıkla kapıda karşılanıyor...sizi gidi siziler diyerek bir mama kutusu açıp paylaştırmak ve ondan sonrada işleriyle uğraşmak üzere dolabına gidiyor...ama bir gün önce koyduğu mama konservesi yerinde durmuyor......söylene söylene hanginiz şaka yapıyorsa tamam artık, bakın kedicikler acıkmış, bekliyor, lütfen ama diyerek söylenmeye başlıyor ama kimse dediğinden bir şey anlamıyor....sorun ortaya konup anlaşıldıktan sonra serviste konservenin akıbeti araştırılıyor..sonuç herkesi yerlere seriyor...
akşam vardiyasını devralanlar gecenin bir vakti içleri kazınınca ekmeğe katık olarak bir şeyler bulmak için dolapları karıştırırken buldukları ve üzerinde etiketi olmadığı için ne olduğunu anlamadıkları ama şanslarını bir denemek için açıp baktıklarında burunlarına gelen tavuk kokusundan yenecek bir şey olduğuna karar verip yaş kedi mamasını ekmek arası yapıp yiyorlar ....ve uzun bir süre o akşam neyi yediklerinden haberdar olmuyorlar..
el insaf dedim...başka da bir şey diyemedim....gülmekten.....




7 Ağustos 2005 Pazar

tamburdaki pati......

Bu gün, günün bir bölümünde kedi hanımın yakın gözetimi ve denetimi altında evin derlenip toplanması ile uğraştım… gün boyunca kedi hanım da benimle birlikte cok meşguldu çookk….. bazı anlarda gözlemlemekle yetinmeyip patisi ile olaylara bizzat dahil oldu ve mudahalelerde bulundu…..ortalık bu koşullar altında derlenip toplandıktan sonra son iş olarak çamaşır makinesini doldurdum ve artık tamamlanan işlerin sonunda huzur ve keyif veren yorgunluk kahvesini hazırlayacaktım ki yıkanması gereken unuttuğum bir şey var mı diye odaları dolaşıp döndüğümde, hadi bu da yıkansın dediğim şeyi makineye koymak ve artık kapağı kapatıp çalıştırmak üzere tambura eğildiğimde...... çamaşırların arasından ucu gözüken bir patiyle karşılaştım.. olamaz böyle bir şey!… …gözlerime inanamadım…
kedi hanım, makinenin başından ayrılır ayrılmaz, nasıl olduysa bana görünmeden tambura girmeyi başarmış, çamaşırların arasına yerleşmiş hatta gömülmüş, çıtını çıkarmadan bekliyor.…düşünsem aklıma gelmeyecek bir durumla karşı karşıyaydım..onu orada fark etmemiş olsaydım neler olabileceği bir an için gözümün önünden hızla geçti….olabileceklerin son sahnesi gözümün önüne geldi…ve..kanım dondu… cok cok kötü hissettim ….onu çamaşırların arasından tüm karşı koymalarına rağmen sakinliğimi koruyarak güçlükle çıkarttım… kızmadım…kızamadım…onu kaybedip yeniden bulmuş gibi oldum…ya son anda patisini farketmemiş olsaydım, ya makinayı o şekilde çalıştırmış olsaydım ! ..... ne yapardım ?.....

olsaydı ama olmadı işte tamam artık bitti, gitti, düşünme.. diye kendimi yatıştırmaya çalıştım …. kedi hanım ise atlattığı tehlikeden habersiz, gayet sakin, oyunlarına kaldığı yerden devam etmek üzere oradan oraya koşturmaya başladı yine....
biraz çıkıp yürümek istedim……
sonra vazgeçtim…
kedi hanımı evde yalnız bırakıp gitmek istemedim…

yarın iş günü...
iyi bir hafta olmasını diliyorum...
hepimize..

fast food....


Avrupa'da x şehrine üç haftalığına bilgi-görgü için giden sevgili arkadaşım nihayet döndü...ne yaptınız, ne var ne yok diye sorduğumda ilk söylediği şey "kıymetini bilelim" oldu...
neyin ? dedim...herşeyimizin dedi...
gittikleri şehir turistik bir bölge olmasına rağmen izlenimleri pek olumlu değildi...anlattıklarını ilgiyle, şaşırarak ve yer yer gülerek dinledim.... anormal sıcakmış...gölgede 45 dereceydi dedi... aç kalmışlar...yemekler çok ağır kokuluydu, yiyemedik hatta o sıcaklarda yakınından bile geçemedik, sadece benim için değil gruptaki herkes için geçerliydi dedi....öyle müşkülpesent biri de değildir oysa ki .... peki ne yaptınız, nasıl hallettiniz ? dedim .... burada burun kıvırdığımız mc donald's orada kurtarıcımız oldu dedi....
benzer hikayeyi yurtdışına çıkan başkalarından da dinlemiştim..
her türlü olumsuz propagandaya rağmen hala fast food restoran zincirlerinin ayakta kalabilmesinin nedenlerinden biri de bu olsa gerek diye düşündüm...
bu fikrimi arkadaşım da onayladı....

5 Ağustos 2005 Cuma

lipton

elimdeki market posunu karıştırırken gözüm lipton çaya -promosyonda silindir şeklindeki çay kutusu ile birlikte satılanlara- takıldı..
kendi kendime söylendim;
~ şu liptonları da sata sata bitiremediler hala....
bizim meraklı, bilgisayardaki işinden başını kaldırmadan sordu;
+ hangisi o???
~ kutulu olanları var ya...onlar....
+ a evet... ...ti baks diyorlar ya...
~ a öylemi.... onların kutularına tea box mı diyorlar ..??
+ eveeeet...bilmiyor musun?? carşı magazasında satılıyor ya...şimdi boyner oldu.....
~ a..aa... boyner'e gıda reyonu da mı açtılar...?? valla bravo....haberim yoktu....!
+ yoooo...... nereden çıkardın şimdi gıda reyonunu ..???
~ ee.. tea box diyorsun ya...!
+ eveeet... T-Box diye satıyorlar ya....! bilmiyor musun? ip don yani... onu demiyor musun???
~ ne...! ip don mu ?? ne ip donu ........!! LİPTON diyorum LİPTOOOONNNN......

ikimiz birden bastık kahkahayı......

oluyor böyle şeyler...... :)




4 Ağustos 2005 Perşembe

23 santim....

bu sabah kedi hanimla vedalaşip evden çıktığımda yolda gözümden yaş gelinceye kadar güleceğim aklıma gelmezdi...ama ne gülme...öyle böyle değil...
olay şöyle gelişti..;
sabah ofise dolmuş ile gitmem gerekti..ilk durak sitenin içinde olduğundan ben bindiğimde dolmuş henüz boştu..şöförün yanındaki koltukta-loca diyorum ben- bir adam oturuyor ve şöförle sohbet ediyordu..sitenin içinden bir bayan daha bindi..dolmuş boş olmasına rağmen ikili koltukta yanıma oturdu...bu arada locadaki adamin cebi çaldı...veee show başladı...
diyalog şöyle gelişti;
* ağbiiii , camal ağbiii sen şimdi kapının genişliğini bi ölçüver ağbiiii, bana bildir.... bekliyom...
bu arada gömlek cebinden kalem kağıt çıkardı...cevabı yazmak için bekliyor....
* kaç ağbiii? .... 23 santim.... doğru ölçtün mü? ....tamam ağbiii.... 23 dedin dimi ağbiii...yaziyom... bi daha söyle...23...tamam ağbiii....23....ağbi eminsin dimi 23 dedin ... tamam abiii. yaziyorum...23... oldu abi.. ...23.... yazdim ağbiiii......23 di mi??? ..... oldu ağbiiii 23... tamam abi...sagolasin....
tam saymaya karar verdim kaç kez 23 dediğini görüşme bitti..telefon kapandi...
yanımda oturan bayanla göz göze geldik....
bu arada dolmuş olabildiğince yavaş yol almakta...yanımda oturan bayan, akşama kadar varırırız herhalde, dedi...
locadaki adam telefonu kapattıktan sonra şöföre dondü;
* kamil ağbiii... kapının genişliği 23 santim olur mu abii ...?
şöför bir an durdu düşündü...
# yaw olmaz herhalde... sen insanların geçtiği kapıyı demiyor musun ????? 23 santim ne ki....! enaz 70 santim olur bazen 90 da olabiliyor.... şu kadarcık yerden -eliyle de santimleyerek- adam nasıl gecer yaw...
*evet abi onu diyorum.... 23 santim olur mu yaaa... bu adam yanlış mı ölçtü ki....???kamil abi bi de sen arayıp sorsan.... ben ararsam ayıp olacak şimdi...
şöför hepten yavaşladı ..tuşları çevrilip kendisine uzatılan telefonu aldı, kulağına götürdü son anda fikir değiştirdi, telefonu locadaki adama uzattı...
#al sen konuş..... gerekirse ben mudahale ederim....
locadaki adam çaresiz telefonunu aldı, konuşmaya başladı...
*cemal ağbiii , benim ağbii...sen demin ölçtün ya agbiii.....nereyi ölçtün ağbiiii.....??? 23 cm demiştin di mi?? evet yazdim ağbiiii... sen bi daha ölçsen diyorum...sana zahmet bi daha bakıver abi... bekliyom.. kaç?..... 25 santim mi???? doğru ölçtün mü abiii???.... 25 !!???.... tamam.... yazdim abi.... 25 santim.... tamam..
şöföre dönerek
*25 diyo kamil ağbiii .....doğru mu??? ne diyosun???
#oğlum bak 25 de az yaa........... bu adam kapının neresini ölçüyoki??? sor bakiim...allah allah..
söyle ona insanların girip çıktığı yeri ölçecek..... bu adam duvarın enini mi ölçüyo acaba???....

bu arada şöför torpido gözünden sigara paketini aldı...locadaki adama donerek hem direksiyonu hem de sigara paketini tutarak...
#bak buraya...şimdi bu kapı ya... işte bu arayı ölçecek..... söyle ona....
*cemal agbiii....bak ne diycem agbiii.... hani kapı diktörtgen ya.... o diktörtgenin ortasında bi boşluk var ya..... abiii işte orayı ölçecen ....ölç sonra söyle bana abiii... kaç?.....25.5 santim mi??? emin misin??? bi dakka.....
şöföre dönerek..;
* kamil ağbiii 25.5 diyooo bu yaw.... ağbii telefonu versem sana.... sen bi tarif ediversen abi...

şöför oralı olmadı... öyle olunca çaresiz devam etti konuşmasına....
*ağbiii yükseklik degil yaaa. yüksekliği bırak.....sen kapının genişliğini ölçeceksin....yükseklik lazım değil bana...girip çıklan yeri ölç ağbii....hadi....bekliyom.....

bu arada biz iki bayan gülme krizine tutulduk...koptuk tam anlamıyla.. başımızı önümüze eğdik....gözlerimizden yaş geliyor....gülüyoruz...aynadan bize bakan şöförle göz göze geldik..sinirimiz iyice bozuldu....iyice koyuverdik kendimizi... tutamıyoruz....ben camı açtım, ıslak mendil çıkarttım, burnumu mendile gömüp derin nefes alıyorum gülmem geçsin diye ama nafile... yanımdaki bayan da öyle... gülmemize engel olamıyoruz....dolmuşa yeni binen yolcular var....bize garipseyerek bakıyorlar....
bu arada kriz de henüz çözülmüş değil...konuşma aynı minval üzerinden devam ediyor...
*cemal agbiii... kaç dedin ???... tamam yüksekliği de yazayim... kaç dedin??... tamam ağbi... yazdim...sen şimdi kapının genişliğini bi daha ölç söyle bana ağbi... ...... 25.5 mu ??... olmaz ağbiii....ne yapıyosun sen yaw...nereyi ölçüyon... bak 70 ila 90 cm arasında oluyomuş... ona göre bi daha bak... hadi ağbiii. ..... ...... kaç ağbi??.......-uzun bir sessizlik- 98.5 mu dedin???... şimdi oldu galiba ağbi......olduuuuu ...kapatıyorum...sağol ağbi...
*kamil agbiiii 98.5 santim diyo..... ne diyosun...????
şöför aynadan hala bizi gözlüyordu.........tekrar göz göze geldik....dayanamayıp o da gülmeye başladı.... kusura bakmayın şöför bey dedim....
önemli değil dedi.....o da bize katıldı...üçümüz bir süre daha gülmeye devam ettik....
locadaki adam ise hala kafası karışık, şöförün vereceği cevabı bekliyordu......
diğer yolcular başını kaçırdıkları için olan bitene hiç bir anlam veremediler....

yurdum insanını seviyorum..... :)





2 Ağustos 2005 Salı

var olmanın dayanılmaz hafifliği....

..!

Ünlü virtüöz piyanonun başına oturmuş ve salonu hınca hınç dolduran seyircilerin önünde konserine başlamıştı. Ancak tuşlara basıp çalıyor görünmesine rağmen telleri önceden sıkılmış olan piyanodan hiçbir ses çıkmıyordu...!
Dinleyiciler, birbirine göz ucuyla bakarak ne yapmaları gerektiğini araştırıyorlar, fakat nedense tepki gösteremiyorlardı. İki saat süren sessiz konserden sonra ünlü virtüöz oturduğu yerden kalkarak büyük bir ciddiyetle onları selamladı....
Salon alkış sesleriyle yıkılıyordu...

hikaye eski ama ...
hala geçerli....

1 Ağustos 2005 Pazartesi

hoşbulmak...


şehir hayatına dondüm....
hala dumanı üstünde tüten bir tatilin ardından ev-ofis arasında gidip gelmece ile rutin hayat başladı yine....tüm sıradanlığı, sıkıcılığı ve bıktırıcılığı ile ......
ama buna rağmen evimi ve düzenimi özlüyorum...

tatil güzeldi....
sabahları erken saatte kalkıp , üzerine bir şort , bir tişört ayağına hafif bir şeyler geçirip sıcak ekmek ve gazete almak için zeytin ağaçlarının içinden geçerek çarşıya yapılan yürüyüşler, günün akşama dönmeye yakın saatlerinde sahilde uzanmış vaziyette güneşi kazdağlarının arkasına yolcu ederken, dalgaların kıyıya vuruşunun ninni gibi gelen sesiyle, ılık güneş ışınlarına kendini bırakarak yapılan şekerlemeler, akşam yemeğinin hemen sonrasında közde pişen kahveler eşliğinde yapılan sohbetler keyif aldığım, mutlu olduğum saatlerdi......

bu yaz eskisi kadar yuzmedim, yuzmek istemedim....içimden gelmedi....
sahilde okuyup, yorulunca şekerleme yapıp, çıkmadan önce de suya şöyle bir dalıp çıkma ile yetindim......bir şeylere yorgunum...
galiba bu kış başımı gripten alamayacağım...
çocukken bize "ne kadar çok denize girersen o kadar az hasta olursun" derlerdi....
ne yapalım....
bu kış sıkı giyinirim ben de..!!

mesai bitiminde kedi hanımı emanet ettiğim dostlarıma uğradım...kedi hanımın tepkisini merak ediyordum...tahmin ettiğim gibi beni görünce çağrılarıma karşılık vermedi, yanıma gelmedi.. peşinden gidip kucağıma aldığımda kaçıverdi....sitem vardı galiba.....yeni evine ve sahiplerine adapte olmuş bile....
normal değil mi??....insanoğlu da öyle !.... adapte olmaya doğuştan programlanmış...aksi halde bazen yaşam çekilmeyecek kadar zorlaşırdı.... bu iyi bir şey galiba....????
bu arada yürekten desteklediğim, gelişmelerini heyecanla ve merakla izlediğim bir adaptasyon sürecindeki son durumu merak ediyorum...????

eve geldiğimizde kedi hanım evini yadırgadı.. ilk geldiği gün yaptığı gibi her yeri koklayarak dolaştı.... ama çabuk toparladı...onu çok özlemişim.....bu akşam çok sakin ve huzurlu görünüyor....uzandığı yerden beni izliyor, uyukluyor....biraz da büyümüş sanki....

evim her zamanki sıcaklığı ve alıştığım tertip ve düzeni ile beni günlük hayata, şehir hayatına en kısa sürede adapte etmek üzere kucakladı yine...
hoşgeldim...
hoşbuldum...
yine de....
mutluyum.....