robinson'la tanıştım..
ama entellektüel, muzır ve şakacı bir robinson.
ömrünün kalan zamanını doğada geçirmeye karar vermiş, satın aldığı koy'a yerleşmişti.
planını çizdiği ve içini ilkel bir şekilde döşediği evinde şarabını ve ekmeğini kendisi üretmekteydi.
peynirini ve elektriğini de öyle.
çok sevgili köpekleri vardı beslediği.
koruyan, kollayan ve ona can yoldaşlığı yapan.
koyun-un efendisiydi.
eşi, hayat arkadaşı, sevdiği ondan yaşça çok daha gençti ama ruhça değildi.
o, yaşadığı maceradan ne kadar haz alıyorsa, sevdiği o kadar zorlanıyor, sıkılıyordu.
gözleri maviydi, masmavi...
artık dönmeliyiz, tam 22 yıl oldu ve bu kadarı yeter dedi sevdiği.
korkuyorum ve korkmaktan sıkıldım artık diye ekledi.
robinson 83'ündeydi.
ama 3 le 8 yer değiştirseydi görüntüsüyle yaşı anca bağdaşabilirdi.
şaka gibi değil mi?
aynı zamanda pırıl pırıl bir dimağı vardı,
yeni bir kitap okudum, bitti, istersen sana veririm dedi.
kitaptan özet geçti.
yok dedim, dönünce ben de edinirim bir tane.
okurken onu hatırlayacağım.
bilgisayarı vardı, evde tek lüksüm dediği.
hayatı buradan takip ediyorum,
ayrıca güncemi de burada yazıyorum dedi.
gökçeada'da pişirilen deniz levreğinin tarifini duyunca, ben bu yöntemi hiç bilmiyordum, deneyecegim ve akşam günceme yazmalıyım dedi.
sohbeti ne hoştu..
derken,
biz gidelim artık hava kararmadan yoksa araba süremiyorum,
farlar gözümü alıyor dedi.
sizi tanıdığım için mutlu oldum dedim,
ben de dedi elimi sıkarken.
bana yeni bir şey öğrettin bu gün sen,
seni unutmam artık ben dedi.
robinson'u çok sevdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder