2 Mart 2006 Perşembe

fıstıki yeşil deri koltuklar...

......
hadi o zaman, gidip bakalım dedi.
diğerinin de uğrama sebebi ve duymak istediği buydu zaten.
çıktılar.

dört saat boyunca o mu, bu mu, şu mu demekten başları dönmüştü,
yorulmuş ve acıkmışlardı;
kendilerini zeytinyağlıların ve salata mönüsünün başında buldular.
cafe tenhaydı; ben burayı bilmiyordum dedi, hoşuma gitti.
yumuşak deriden koltuklara yorgunluklarını bırakıverdiler kısa bir süre sonra.
tabaktakiler acelesizce bitirilmişti ki;
kafamı hala kurcalıyor, saçma diyeceksin biliyorum ama elimde değil dedi, anlatacağım sana...
ve sigarasından bir tane yaktı, gözlerini kısarak bir an uzaklara daldı, kafasındaki binlerce imgenin içinden o an aklından geçmekte olanı kolundan yakaladı ve karşısındakinin gözünün içine bakarak anlatmaya başladı..
sohbet duman dumandı; bir, iki, üç...gidiyordu.
sen çok içiyorsun dedi.
öyle diye karşılık verdi
mevzuu gereği mi? diyerek işi şakaya vurdu..
dediğin gibi olsun diye yanıtladı..

birbirine tamamen zıt karakterli bu ikilinin nasıl dost olabildiklerine ve hala dost kalabildiklerine şaşmamak gerekti;
yaşayan ve paylaşanlar nasıl olduğunu elbette bilirdi..
hesabı ödeyip dışarı çıktılar..


biri diğerinin koluna girdi, kendine doğru çekti..
akşamın ilerlemiş saatine rağmen dışarıda ılık esintili,

şeker gibi bir hava vardı;
tatlı niyetine içlerine çektiler...

Hiç yorum yok: